Son günlerde çok garip olaylar meydana geliyor.

Sokakta kendi halinde giden genç kıza tacizde bulunan iki mahlukat...

İki genç kızı öldürüp intihar eden bir cani... Ki bu cani, kızlardan birini parçalayarak öldürüyor. İnanılır gibi değil. Dehşet yaşanıyor. Akılalmaz...

Trafiği altüst eden insan müsveddeleri... Ortalığı birbirine katmaya yetiyor.

Önceki haftalarda ise genç bir kadın polisi şehit eden canavar türüyle karşılaşıyoruz.

Ve katledenler, genç... Yani gençliklerini gözlerini kırpmadan feda edebiliyorlar, mahvedebiliyorlar. Bu noktaya nasıl geliyorlar? Hayatlarında neler olup bitiyor? Aileler, toplum bunun neresinde? İncelenmeli bu sosyolojik vakalar.

Gençlerimiz ve çocuklarımız, uyuşturucu bataklığında... Madde bağımlısı... Yoksullar, para ile oltaya geliyor. Ya da ailesel sorunlar ve ekonomik açmazlar, çıkmazlar, darboğaz... Akıllarını yitirmiş durumdalar... Gemileri yakmışlar, kaybedecekleri tek şey canları, onu da bir hiç görüyorlar, çünkü anlamını ya da yerini bulamamış bir beden taşıyorlar. Yaşamlarında bir kere yüzlerine bakılmamış, bir kere öpülmemiş, sevilmemiş, bir kere iyi ki varsın diye söylenmemiş. Bunları alt alta koyarsanız ortaya bir insan değil, insanlıktan çıkmış bir tür sökün ediyor. Toplum, görmüyor. Başına gelince esip gürlüyor, o kadar.

Aileler yetersiz ya da ilgisiz ya da sorumsuz...

Okullar, sınavların sarmalında ve çocuklar ile gençlerin kendilerini bulmalarında yönlendirici olamıyor. Okullar ve öğretmenler gelinen noktada etkisiz...

Yöneticiler ve öğretmenler, çocukların ve gençlerin hayatına dokunamıyor. Bu etkisizliğin birçok nedeni var. Büyük çoğunluğu kesinlikle öğretmenlerle ilgili değil. Aslında buraya adım adım, aşama aşama gelindi. Öğretmenlerin itibarı yara aldıkça toplum öğretmene bakışını değiştirdi. Bu bakış, büyüklerden küçüklere teşmil etti.

Öyle ki artık çocukların ve gençlerin üzerinde etkin ve etkili olacak arayışlar içine giriyoruz. Yeni maarif modeli bu bağlamda okunabilir. Lakin değerler, toplumda görüldükçe okullarda bir mana teşkil eder. Yoksa toplumda olmayan değerleri küçüklere öğretseniz de bir yerden sonra bir kopukluk oluşacaktır. Ve küçükler büyüdükçe toplumun bozulmuşluğunda heder olacaktır. Okullar, ne yazık ki hiçbir dönem toplumla tamamlanamadı. Öğretmenin yalan söylemeyin çağrısını bir baba bozdu ya da öğretmenin dürüst olun davetini bir esnaf yerle bir etti, öğretmenin sabırlı olun ikazını bir annenin sabırsızlığı kırdı, öğretmenin kul hakkı yemeyin öğüdü başka öğretmenin torpille yer değiştirmesinden sonra kulak asılmayacak duruma düştü. Hepsi üstünde düşünün. Bugün işinize yarayanlar, yarınlarda kötü sonuçları barındırıyor olabilir. Unutmayınız ki kötülük yayılır, iyilik gibi... İnsanlar, birbirine benzedikçe kötü olanı iyi olandan ayırt edemez. Aslında birbirine benzemek, bir şeyin herkesçe yapılıyor olması kötülüğü meşru kılıyor. İşte bu, en büyük tehlikedir.

Bakınız Zülfü Livaneli Oksijen’deki son yazısında ne diyor:

‘‘Herkes sürükleniyor. Bir nehrin suları bizi önüne katmış götürüyor. İnsanlar akıntıdan kurtulmak için kıyıdan sarkan dallara tutunmaya çalışıyorlar. Kimi din dalına tutunuyor, kimi milliyetçilik, çoğunluk ise nihilizme gömülüyor.’’

Bir dönemler dindar nesil diye bir vizyon çizilmişti, yön tayin edilmişti. Gelin görün ki çocuklar ve gençler, dünyada bir hiç olduklarını düşünmeye ve hissetmeye başladılar. Ve olmadık şekillerde kendilerini ifade yollarına girişiyorlar. Silahlı, bıçaklı, kabadayıca pozlar... Arabalardan etrafa silah sıkmalar... Herkes birbirine adamlık dersi verirken hakiki adamlığın ne olduğu unutuldu. Sabır, dinginlik, sükunet yok edildi. Kendilerini dizginleme ya da frenleme mekanizması yok ailelerin. Tabii çocukların ve gençlerin de...  Kafalarına estiği gibi bir yaşam tarzını benimsemişler.

Aileden yayılıyor her şey. Toplumda kocaman oluyor. Üç beş serserinin ya da ipsiz sapsızın tezgahından geçiyor küçükler. Öğretmenlerin kaleminden güçlü bu it kopuk takımının raconu. Bu serserilerin borusu ötüyor bazı mahallelerde. Serserilik diyerek hafife alamayız. Zira bu serseriliğin başının altından çıkan, her Allah’ın günü haber... Bu serseriler, okul ortamından geçiyor. Eğitim sistemi önleyici olmazsa serserilik alır başını gider, öyle ki serseriliğin pislikleri ortalığa dökülünce bir kurtarıcı bekleriz. Nitekim öyle olmuyor mu? Bina yıkıldıktan sonra dövünmenin bir anlamı yok. Binanın yıkılmaması, en başta olması gereken değil mi? Önleyici ise sistem övebiliriz. Diğer türlü övgüyü hak etmiyor.

Eğitim Bakanı Sayın Yusuf Tekin’in bunlarla yatıp kalkması icap ediyor. Uyumamalı bence. Gözleri kan çanağına dönmeli. Öğretmenden önce o, İsmail Hakkı Tonguç gibi sahada oradan oraya koşuşturmalı. Tipik bakan ziyaretleri değil, daha başka türlü olmalı. Hissettirmeli ve düşündürmeli. Sayın Bakan, çeşitli adlarla düzenlenen toplantılar için dolaşıyor. Ne var ki birçok yenilik olmasına karşın bir türlü eğitim ortamında olumlu hava estirilemiyor. Sanki müthiş bir güven problemi var. Sanki müthiş bir ön yargılar yumağındayız. Herkes haklı... Kimse kendisine toz kondurmuyor. Birbirimize doğru dürüst açılamıyoruz. -mış’tan öte yolumuz da yokmuş gibi. Tıkandık kaldık bir yerde... Yenilikler bile eğitim paydaşlarının kılını kıpırdatmıyor, heyecan vermiyor, toplumda bir rüzgar estiremiyor.

Sınavlar bir an evvel kaldırılmazsa okullar sınav odaklı hizmet eden kurumlar olmaktan öteye geçemeyecek. Avucunuzla su içmeyin demek yetmez, bardakları da hazırlamalı. Dürüstlüğün ve özverinin karşılık bulmadığı bir toplumda okullarda verilmeye çalışılan değerler eğitimi havanda su dövmektir.

Herkes bir yere kanalize edilmemeli. Eğitim ortamı çeşitlilik sunmalı...  Az ve öz olmalı. Aile ile daha çok vakit geçiren çocuklara ihtiyacımız bulunuyor. Kendisini bir çarkın dişlisinden farksız hisseden ve düşünen bir genç ya da çocuk, makineden farkı olmayan bir insan durumuna gelecektir. Acıma, sevgi gibi duygularını yitirecektir. İnsanın kendisini kaybetmesi için duygusuzlaşması yeter de artar bile.  İnsani her şeyi çekilen insan da canı ne isterse onu yapar. Zira hissetmiyordur. İnsanın insani her şeyi çekilirse işte o zaman toplumsal güven ve ahlak da iflas eder. Bir yerden sonra baş edilemez olur.

Bakan Yardımcısı’nın 4+4+4 sisteminin değişeceğini söylemesi, Bakan’ın şu an değil de ileride sınavların olmayacağını ima eden açıklamaları, Hüseyin Çelik’in son zamanlarda Eğitim Bakanlığını eleştiren sözleri alt alta konduğunda büyük değişimlerin arifesindeymişiz gibi geliyor bana. Bu değişim, köklü ve radikal olmalı. Toplumda birçok arızalı ve sakat durumlar yüzümüze çarpıyorsa oturup düşünmeliyiz. En çok da yetkililer... Yalnız siyaseti karıştırmadan... Eğitime siyaset karıştığı an olan çocuklara, gençlere ve topluma oluyor. Ve toparlanması handiyse imkansız hale geliyor.

Toplumu kurtarmak için kurtarıcıya değil, önleyici politikalara muhtacız.

İyiliği çoğaltmalıyız.

Kötülüğü ve kötücül olan ne var ne yok hepsini hayatımızdan çıkarmalıyız.

Kötüler, toplumda prim yapmamalı.

Kötülere özendirilmemeli insanlar.

Ve insanı iyi ve kötü diye sınıflandırmalıyız.

ÇOCUKLARIYLA İLGİLENMEYEN AİLELERİN GEVEZELİKLERİNE DE KARNIMIZ TOK...

Saygılar...