Şube veli toplantılarının ana gündem maddesi sınıf ortamını ve disiplinini bozan öğrenciler... Öğretmeniyle, velisiyle hatta başarılı öğrencileriyle hedef tahtasına bu öğrenciler oturtuluyor. İlginçtir ki hedef tahtasında at koşturup popüler olarak kendilerini göstermiş oluyorlar. Yani onlar açısından vitrin ya da podyum gibi düşünülebilir bu hedef tahtası. Öyle ki dersleri ve toplantıları bu öğrenciler meşgul ediyor. Onlar konuşuluyor. Onlar üzerinde çareler aranıyor. Günün sonunda bu tip öğrencilerin sağlıklı gelişimi için bir yol sunulamıyor. Çünkü okullarımız seçeneksizlik darboğazında küçüklerin tutulduğu bir yer olarak kısır döngüde çırpınıyor. Okullar, tutuculuğun ve tekdüzeliğin mekanları olarak kuşakların hiçbir ihtiyacını karşılayamadığı gibi onlara da çeşitlendirilmiş yollar sunmaktan acizler ve yetersizler...

Okulları, çalışan büyüklerin çocuklarının bir müddet zapt edildiği, öğretmenlerin de ekmek parasını kazandığı yerler olarak algılarsak ve kurgularsak eğitim için harcadığımız zamanın da emeğin de yorgunluğun da karşılığını alamayız. Ne yazık ki alamıyoruz da. Her adım ya da hamle sonuç alınamaz tadında ders yıllarında tekrarlanıp duruyor. Bu da hakikaten can sıkıcı değil mi? Aslında kurulu düzen de eğitim camiasının elini kolunu bağlamış, yalnızca düzenin sürdürülebilir olmasını telkin ediyor, çözümsüzlüğü adres gösteriyor. Bu durumda ifade etmeliyim ki sonuçsuzluk, akamet, çözümsüzlük bunların hepsi ders yıllarının hem girdileridir hem de çıktılarıdır. Onaylarcasına dinleyen birisinin dinlediklerinin bir kulağından girip diğer kulağından çıkması gibi…

Gelelim sorun olarak görülen söz konusu öğrencilerin en belirgin özelliklerine... Şöyle sıralanabilir:
1. Akran zorbalığında başroldeler,
2. Ders disiplinini bozmakta ve dersin işlenmemesinde üstlerine yok. Sınıf ortamında üst olmuşlar, diğerleri ise sanki astları... Hatta öğretmen itibarı ve algısı diplere çekildikçe bazen öğretmenlerin bile üstünde bir konuma erişebiliyorlar. Okul ve sınıf ortamındaki yönlendirmeleriyle ve hakimiyetleriyle herkese kök söktürebiliyorlar.  Oysaki bu özellikleri iyi yönde geliştirilebilse daha başka dünyaları olacak. Gelin görün ki olmuyor, böyle giderse olmayacak.

Burada suçlu aramıyorum. Lakin büyükler sorumludur. En çok da yöneticiler yani seçimle halkın yetki devrettiği kişiler... Bu zamana kadar eğitimin üstüne düşmediler. Düzenin koruyuculuğunu yaptılar. Ufak tefek yenilikleri büyük işler olarak lanse ettiler. Eski tasa eski hamama kılıf uydurup - mış gibi ile yetinip bir güzel mışıl mışıl uyuttular. Artık kökten çözme vakti geldi. Yıllardır ifade ediyoruz bunu. Okullar bu halleriyle ömrünü doldurdu. Uzatmalara oynuyorlar.

Çocuklarımızı okulların bu halleri boşlukta, anlamsız ve yersiz bırakıyor. Onlar da belli bir müddet duracakları bu mekanları dikkat çekilen yönlerini sergilemede vitrin ya da podyum olarak kullanıyor. Dikkat çekilen yanlar kötü olunca ya da bir yere tutunamayınca, okulları bir kapışma sahnesi olarak görüyorlar. İyi yönlerini kötüye kullanarak değerlendiriyorlar. Bocalıyorlar, yollarını bulamıyorlar. Savruluyorlar oradan oraya. Halbuki okullar, tezgah kurup öğrencileri yönlendirmesi icap ederken baskın öğrenci karakterleri okullara tezgah açıyor. Bu, istikbaldeki sosyal hayat için riskler barındırıyor. Kıvılcımlarını görmemek mümkün değil. Görüyoruz lakin öyle bir ölü toprağı var ki üzerimizde kılımızı kıpırdatamıyoruz. İzin vermiyor kıpırdatmamıza. Bu ölü toprağı, düzenin dayatmaları ve göstermelik işleridir. Şöyle ki:

Sınavlar mesela... İyice zorlaştırılıp eleme gücü artırılan ve yaygınlaştırılarak hepimizi köleleştirilen sınavlar yani... Resmen kökleşmiş.
Sabah gidilip akşam gelinen okullar... Kendimize yönelmemiz ve kendimizi tanımamız için vakit yokluğu... Aileler de zaman kıtlığı yaşıyor. Çocukların sırtına binen ders yükü... Dönme dolap çarklar... Usandıran ve bıktıran… İlgi ve yetenek bağlamında okul öncesinden itibaren yönlendirmelerin olmayışı... Okul öncesinin önemsenmeyişi... Herkesi aynı tarz ve tip ilkokul ve ortaokulda tutmak... Bu, tutsaklıktır çocuklar için... İlkokulları ve ortaokulları ilgi ve yetenek bağlamında çeşitlendirememek... Meslek ortaokullarının acilen gündeme bile alınmayışı... Atölyelerin iyi uygulamalar olması ama yeterli olmayışı... Ve atölyelerin yaygınlaşmayışı ve okul inisiyatiflerine bırakılışı... Atölyeler, okulların çeşitlendirilmesinde bir tali yol olabilir. Bu yolun ana yola çıkması lazım. Akademik başarısı olmayan öğrencileri arka sıralarda tutmak yerine bu atölyeleri onlara seçenek olarak sunmak güzel olmaz mı? Bireysel bazlı ders çizelgeleri ve programları hazırlanmış olsa ve bu bakımdan birbiriyle benzeşenlerden sınıflar oluşturulsa... Ona göre donanım ve kitaplar, müfredat vs... Tabii bunun için altyapı, insan kaynağı gerek... Kökten çözüm ancak böyle olur. Diğer türlü aynı tas aynı hamam devam eder ki bu durumda yeni kuşaklar ya bu halleriyle okulları reddedip kendilerine yollar çizerler ya da okullarda sıkışıp kalarak sıkıntı olurlar. Ve Bedri Rahmi Eyüpoğlu yıllar öncesinden yine şöyle seslenir bizlere:

 

ÜÇ DİL


En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin
En azından üç dil
Birisi ana dilin
Elin ayağın kadar senin
Ana sütü gibi tatlı
Ana sütü gibi bedava
Nenniler, masallar, küfürler de caba
Ötekiler yedi kat yabancı
Her kelime arslan ağzında
Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla
Kök sökercesine söküp çıkartacaksın
Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek
Her kelimede bir kat daha artacaksın



En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Canımın içi demesini
Canım ağzıma geldi demesini
Kırmızı gülün alı var demesini
Nerden ince ise ordan kopsun demesini
Atın ölümü arpadan olsun demesini
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
İnsanın insanı sömürmesi
Rezilliğin dik âlâsı demesini
Ne demesi be
Gümbür gümbür gümbürdemesini becereceksin



En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil
Çünkü sen ne tarih ne coğrafya
Ne şu ne busun
Oğlum Mernuş
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun ...


Bedri Rahmi Eyüboğlu
( 1911 - 1975)

 

Saygılarımla…