Sayın Yusuf Tekin, müfredata da el atılacağını ifade etti. Aşamalı geçiş olacak ve tüm sınıfları kapsayacak. 

Hakikaten Sayın Tekin’in hızına hayranız. Elbette bu hızın gücü, MEB’e hakimiyetinden ileri geliyor. Yoksa bu işlere hiç girmezdi. Malum olduğu üzere Osmanlıdan beri yeniliklere en dirençli kesim ilmiye sınıfı yani eğitim camiasıdır.

Sayın Tekin, yeniliklerin sorumluluğunu da bir kesime boca etmiyor. Mesela sadece öğretmenler demiyor. Ailenin de öğrencilerin de bürokrasinin de öğretmenlerin de yeniliklere el vermesi gerektiği üzerinde duruyor. Bu bakışın ve anlayışın, zihniyet dönüşümü ve evrensel kültürün yerleşmesi için öncü rol üstleneceğini düşünüyorum. 

Öğretim programına ilişkin maddeleyeceklerim ise naçizane şöyledir: 

1-Resmi müfredatın ideolojisi ve ruhu, artık körkütüktür. Pay ve alan bırakmayan müfredattır. Paydaşları yok sayıp -mış gibiyi telkin etmektedir. Özgürlük ve rahatlığın önünde büyük dağdır... Ve bilinmelidir ki eğitimde özgür düşünce, nefes nefese değil, rahat nefes ile çalışarak muradına erer. Programların muradı, çocukların bireysel muratları ile örtüşebilmelidir.

2- Resmi müfredat öğütme makinesi gibi... Çocuklara sunduğu hiçbir şey yok... Hayattan nasiplenmemiş. Çocukları bitkisel hayata mahkum, mecbur ve meftun kılıyor. Ölü Ozanlar Derneği kitabı aklıma geldi. İçinde şiir kıvılcımları olan bir çocuğun, resmi müfredatta kayboluşu... Resmi müfredatlar, çocuklarımızın ilgi ve yeteneğini deşmiyor. Çocuğu ilgi ve yeteneğine göre bir yere eriştirmiyor. Çok yetersiz… Çok manasız… Çok yersiz…

3- Resmi müfredat, öğretmenin anayasası... Bence detaylı anayasalar kötüdür. Bir işe yaramaz. Ayrıntılı programlar da öyle… Mengenede mıh gibi duran öğrenciyi ve öğretmeni planlayıp programlar. Bu eğitimin tadı tuzu ve sürprizi olmaz. Siyasi ve inançsal ideolojilerle de karmaşıklığı meydana getirir. Kafadan kafaya erişim aracı diyorum buna. Bu bağlamda müfredatı sadeleştirme hareketi olumlu bulunabilir. Örtük müfredatın önünü açabilir, kanaati uyandırıyor. Tabii ilk etapta ve iyi niyetle düşünüldüğünde... 

Örtük müfredattan anladığım, öğrenciye hayat katmak ve ona hayatsal alanlar oluşturup onun hayatta yerini ve anlamını bulmasını sağlamaktır. Öğretmen ve eğitim paydaşları dışında başkalarına alan açmamak, başkalarının alanı haline getirmemek… 

Sadelikten beslenen örtük programın özgürlük ve rahatlık iklimi ile nefes açıcı ve motive edici alanlar açılabilir. Bu bakımdan eğitimin özele indirgenmesi ve özerk bir yapıya bürünmesi şarttır. Genelleyici ve merkezi anlayış, eğitimin önünde en büyük çıkmaz ve açmazdır. Bunun için  de toplumsal güven ilişkisi kurulmalı. Güvensizlik, iktidarların eğitim üzerinden hem birbirine gözdağına hem de kendi kafalarındaki fantezinin icrasına neden olur.

Evet, örtük müfredata alan açacağı düşünülen resmi müfredatta sadeleştirme türlü türlü kafaların kafasızlığı ile eğitimin ahengini de bozabilir. Bu sefer de tevhidi tedrisat, bir kesim için koyu bir biçimde savunulası bir nostalji olup muasır medeniyetler seviyesinin önünde bir handikap da olabilir. Bugünden mütemadiyen geçmişi savunmak yarını kaçırmamıza sebep değil mi? Dünde vakit geçirip yarını öldürmek...

Yazılı olmayana uyma ve teamül böyle böyle kültüre dönüşebilir belki. Bu kültür de emin ellerin programı nasıl bireysele indirgeyerek yön tayin ettiğine şahitlik ettirir bizleri inşallah.
Saygılar…

Yusuf Yahya