Milyonlarca insan, eğitim eleğinden geçiyor. Gözümüzde büyüyen bu nicelik, niteliğe daha fazla önem vermemizi gerektirirken gelin görün ki durum hiç de öyle olmuyor... Aksine aksine gidiyor her şey. Kimsecikler de bu aksiliği umursamıyor. Hay aksi, diyen yok. Aksiliğe entegrasyon kolaycılığın elinden tutuyor. Her gelen aksiliğe tuz basıp yoluna devam ediyor. Günün sonunda canı yanan halkın çocuklarından başkası değil.

 

Fütursuzluğun, pervasızlığın, lakaytlığın, pişkinliğin eserine esir herkes ne yazık ki. Bu esaret, koşullanmışlığın mecburiyeti sanki. Yılgınlık, bıkkınlık, karamsarlık, kötümserlik de cabası... Öğrenilmiş çaresizlik... Makus talih, yazgı ve rıza, boyun eğiş... Büyük bir teslimiyet... Eğitim eleğinde kayboluşa hizmet hem de... Çarmıhta İsa, yasak elmayı yiyen Adem ile Havva misali...

 

Eğitim eleği, hayata geçişte uğrak noktası olmasına rağmen bu elek kara düzende döndürülüp sözüm ona iş görüyor. Bizim oğlan okur döner döner bir daha okur vecizesinin sanki una eleğe bürünmüş hali... Bu eleğin eşyanın tabiatı gibi başımıza örülmüş değişmez kanunlarında da birçok iyi ve güzel yönlerimizi zamanla yitiriyoruz. Ne imkan ne de fırsat veriliyor. Şöyle ağız tadıyla yanlış yapmamız mümkün değil. Üç yanlış bir doğruyu götürdükçe sorular karşısında hata payımız olmayacak. Çok iyi öğretiliyor bu, biz de çok iyi biliyoruz bunu. Oysaki hayatta hata payımız hep var. Zaten hayat ile eğitimi hiç örtüştüremedik. Ayrı kulvarlarda, birbirlerine her daim uyumsuz...

 

Sadeliği, netliği, anlaşılırlığı yeğlememiş bu kara düzende her geçen gün karalar bağlayan çocukların, gençlerin, velilerin ve öğretmenlerin sayısı giderek artıyor. Okullarda kendilerini bulamayıp bir anlama ve değere kendilerini sığdıramayan bu paydaşların her geçen yıl daha çok psikolojik desteğe gereksinim duydukları aşikar... Görünen köy kılavuz istemez. Mersin'de yaşanan dehşetin altında yatan psikolojiyi çok boyutlu araştırarak çözmeden sorunlar için gerçekçi bir yol haritası çizilemez. Oyalayıcı, geçiştirici, gerçekten uzak laflarla beyhude çabalayış gibi tutumlar ve yaklaşımlar eğitim ortamlarının yine ıskalanmasına, önemsenmemesine ve üzerine titrenmemesine yol açacaktır. Bunların da tetikleyici rol oynayıp daha ağır hadiselerle yüzleşmemize gebe olabileceğini unutmamalıyız. Bu ağır hadiseler ile herkesin muhatap olabileceğini de...

 

Ununu eleyip eleğini duvara asan büyükler ise bu eleğin tanziminden sorumlu oldukları için böyle gelmiş böyle gider kara düzeninin müsebbipleridir. Hayatla işi bitmiş bu büyükler, konfor alanından çıkmamak için bu eleği hep aynı usul ve esas ile döndürüp duruyorlar. Ufak tefek yenilikleri, birtakım gelişmeleri kopyala-yapıştır yöntemiyle sunup misyoner ve vizyoner imajı yaratıyorlar. Vitrin süsü çoğu şey... Ve biliyoruz ki hepsi görüntüden ibaret... Öze ve dişe dokunur bir iş çıkarıldığını asla düşünmüyoruz. Hepsi lafta kalan uygulamalar, birbirine zıt ve eğitim ortamını keşmekeşe evirip çeviren çalışmalar, nafile çabalar...

Eğitim paydaşlarını, el birliği ile bir meçhule sürüklüyorlar. Hem zaman hem insan kaybediyoruz böylece. Biline...

 

"Türkiye Yüzyılı" isimli vizyon şarkısında bu bağlamda bir söz dikkatimi çekti: "Yarın değil, hemen şimdi..."

 

O zaman bir önerim var sizlere:

 

Haftalık ders saatlerini ve ders sürelerini düşürüp tekmil sınavları da kaldırarak okul öncesinden itibaren ilgi ve yeteneğe göre ilkokulları ve ortaokulları çeşitlendirme zamanı geldi. Akademik yol izlemek istemeyen çocukları, herkesin gittiği ilkokula ve ortaokula göndermemeliyiz. Onlara alternatif sunma vakti geldi de geçiyor. Öğrencilere bu özgürlüğü ve alternatifi sunarsanız birçok öğretmenin işini de kolaylaştırırsınız.

 

Var olsun çeşit çeşit temel eğitim...

Rengarenk insanoğluna da bu yakışır.

İnsanın dalga geçileceği yerde değil, övüleceği yerde bir anlamı ve işi olur.

 

Yukarıda anılan şarkıda seslendirildiği üzere:

"Yarın değil, hemen şimdi..."

 

Saygılarımla...