90'larda mühendisi, veterineri, işletmecisi, iktisatçısı elini kolunu sallaya kadrolu öğretmen oluyordu.

Öğretmenlik programı çıkışlı iseniz sınavsız atanıyordunuz. Sınav mınav yoktu. Devletin bakışı buydu. Zamanla bu bakış 180 derece değişecekti.

2000'lerde mühendisi, iktisatçısı, işletmecisi ücretli öğretmen olabiliyordu. Hatta 2 yıllık üniversite mezunu bile... Çocuklarımızı öğretmen diye emanet ediyorduk güya gönül rahatlığı ile. Devletin mülakata bahane olarak emanet bakışı da zamanla 180 derece değişecekti.

Yıllar geçti, geçti ve öğretmenlik programı çıkışlı iseniz sınavla kadrolu veyahut sözleşmeli  atanabiliyorsunuz. Zamanla atama için girdiğiniz tek sınav oldu çoklu sınav... Önünüze de çocuklarımızı emanet ettiğimiz öğretmenlere bakalım diye mülakat koyuyorlar.

Daha sonra öğretmenlik çıkışlılar ücretli öğretmen olmaya başladı. Az da olsa diğer alan mezunları ücretli öğretmenlik yapabiliyor.

Öğretmenlik çıkışlı iseniz sınavla bile kadrolu ya da sözleşmeli atanamıyorsunuz. Dağ gibi kontenjanlara takılıp kalıyorsunuz. Yukarıda da söz ettiğimiz üzere diyelim ki kontenjanı geçtiniz, bu sefer de önünüzde emanetçi mülakatlar var. Eskiden kolay olanın, günümüzde ne kadar güçleştiğini görüyoruz. Çünkü öngörüsüzlüğün akıbeti her daim budur.

Demem o ki 90'lardan 2000'lere doğru mütemadiyen öğretmen biriktirdik. Mezun ede ede, atamaya atamaya... Ama biriktire biriktire bu birikimi ne yapacağımızı ve nereye koyacağımızı şaşırdık. Doluya koyduk almadı, boşa koyduk dolmadı.

Gelinen noktada en büyük sermayemiz öğretmenler... Gel gör ki bu sermaye orta yerde duruyor. Dönüp yüzüne bakan yok, değerlendiren hak getire... Metruk, harap ve bitap... Kentlerdeki mimari, nüfus ve çevre plansızlığı ne ise bu plansızlığın da sonuçları aynı aslında. Birisi somut, diğeri soyut kalıyor.

90'lardaki öğrenci sayımız ile 2000'lerdeki öğrenci sayımız arasında da çok fark var. Gel gör ki bu sermayeyi de anlam ve değer göreceği bir yerde değerlendiremiyoruz. Okullarda, anne ve babaları iş gücüne katılıp patronları sevinsin diye yalnızca zapt ediyoruz. Dersler, "gir-çık"tan öte bir manaya sahip değil. Herkes iş icabını yerine getiriyor. Müfredat, bomboş... Sınav odaklı ama sınavları kazanıp bir yola girenler sonunda mutlu değil. Hem maddi hem manevi...

Hacettepe Endüstri Mühendisliğini bitirip MSB fabrikalarında mühendis olarak işe girip oradaki ilkokul mezunu bir işçiden düşük ücret almak gibi...

Anadolu Öğretmen Lisesinden mezun olduktan sonra bir öğretmenlik programını tamamlayıp işsiz dolaşmak ya da gezinmek misali...

Devlet, yatırım yaptığı bu evlatlarının durumlarına hiç üzülmüyor mu? Niye yatırımlarının ardına düşmüyor? Niye umursamıyor? Bu kadar kolay ve basit olmamalı. Devlet, saldım çayıra mevlam kayıra diyemez.

Eğitim çarkı, fiziksel cihette herkesi sabah bir yere koyuyor, akşam o yerden alıyor. Yani bu dönen kısır çarkın anlamı bu kadar.

Eğitimin bazı alışkanlıkları körelse de bozulsa da kimsecikler rahatsız olmasın diye böyle gelmiş böyle gider modunda devam ediyor.

Yenilikler, armudun sapı üzümün çöpü kıvamında... Ve kitlesel tepkiler de işte bu armudun sapı ile üzümün çöpüne... Ivır zıvırlara, eften püftenlere... Öğretmene beyaz önlük, ara tatilin çevrim içi olup olmayacağı mesela. Bunlarla tüm paydaşlar zaman öldürüyor. Mesele mi bunlar şimdi? Sendikalar yazı mesaisi bile harcıyor bunlara. Heyhat!

Eyyamcı eğitim programları ve politikaları, herkesin kıymetli zamanını çalıyor. Gelecek göz göre göre bugünlere ve dünlere kurban gidiyor. Kimse eğitim çarkında yerini bulamıyor. Yeteneğiyle, bilgisiyle, potansiyeliyle ve ilgisiyle adeta ölüyor. Madeni çıkaramıyoruz.

Bilinmelidir ki günlük politikalar geleceği öngöremez. Böylece el ve çark birliği ile zamanın oyuncağı oluyoruz her birimiz. Öğretmeni, öğrencisi, velisi, bürokrasisi, sendikası ile...

Son Sözler: Bu oyun artık bitsin.

Eğitim sil baştan ve kökten değişsin.

Bu kökten değişime Osmanlı uleması kadar tepki verecek değiliz diye düşünüyorum.

Sayın Tekin, tahtayı silin! Ve başlayın!

Yoksa attığınız her taş, ürküttüğünüz kurbağaya değmeyecek. Boş ve yok yere yani.

Hem fiziksel hem zihinsel dönüşüm... Şart, şart... Bekleyemeyiz, zira zaman kaybettik. Aşamalı geçiş olamaz.

Evet, tepeden inme olacaksa olsun.

Çünkü taşın altına elini koyan yok, uğraşmak istemiyor kimse. Kafası götürmüyor çoğu kişinin. Ya da çoğu kişi kafasını gömüyor. Yıllardır bu böyle. Öncü olacak ve önderlik edecek kişi gerek... Bürokrasi ve sendikalar üzerinde otorite kurmalı bu kişi. Kendimizi aldatmayalım, kökten değişiklikler ancak böyle olabilir. Yoksa ufak tefek değişikliklerle paydaş kafası değişmez. Eğitimin gündemi şu olmamalı ya: "Öğretmenlerin ara tatildeki semineri çevrim içi olmalı mı, olmamalı mı?"

Bu gündem, hem öğretmeni hem de bakanlığı öğrenci ve veli nazarında küçültüyor.

Lütfen artık sadede gelin.

Büyük bir eğitim devrimi istiyoruz.

Saygılarımla...