Bir müdürümüz, bir öğretmenimiz menfur saldırı neticesinde hayata gözlerini yumdu. Kendisine rahmet diliyoruz.
Öğretmenimizin ölümüyle birlikte devlet erkanı, sendikalar, öğretmenler, sosyal medyadaki birçok hesap bu menfur hadiseyi lanetledi. Sendikalar ise harekete geçerek iş bırakma ve basın açıklaması gibi çeşitli eylemlerde bulunacaklarını açıkladı.
Bunların hepsi olması gerekenlerdir. Eğitim ortamında olmaması gereken bu türden bir olaya karşı kuvvetli bir yekvücut olma halidir. Elbette önemsiyorum, kesinlikle küçümsemiyorum.
Yalnız toplumdaki şiddet, zorbalık, saldırganlık ve vahşilik halinin çözümünü istiyorsak eyyamcı olamayız. Kendimizi sadece güne ve günün koşullarına veyahut koşullanmalarına bırakamayız. Sorun derinde ve sorunun çözümü uzun vadeli... Ayrıca toplumun her katmanına, her eğitim paydaşına büyük bir sorumluluk yüklüyor. Çocukların gelişimi, yetişmesi salt öğretmene ve okula yüklenemez. Sorumsuzluğun bedeli ağır oluyor. Bakanlık, bu konuda herkesin kendisini sorumlu hissedeceği çalışmaları hayata geçirerek büyük çapta ve radikal adımlar atmalıdır. Yama ya da günlük adımlarla çözüm gelmez. Adalete havale ettik, konu kapandı yaklaşımı da kolaycılık olur. Sorunları daha da büyütür. Yakışmaz.
Hrant Dink öldürüldükten sonra eşi, intikam ve öfke gibi duygularını bir kenara koyup problemin çözümüne dönük olarak şu sözleri sarf etmişti: "Bir bebekten katil yaratan karanlık..." İşte o karanlığı sorgulamalı ve onun üzerine üzerine gitmeliyiz.
İnsan doğası, içinde türlü iyilikleri barındırdığı gibi türlü türlü kötülükleri de barındırır. Yani sütten çıkmış ak kaşık değiliz. Sezen Aksu'nun dedigi gibi:
"... Eller günahkar,
Diller günahkar,
Bir çağ yangını bu bütün
Dünya günahkar,
Masum değiliz hiçbirimiz,
Masum değiliz hiçbirimiz..."
Masum değiliz hiçbirimiz, evet. Sorumluluğu bir yere yıkıp kurtulamayız. Köşeye çekilerek olaya dair söz söylemek ve kızgınlığımızı ifade etmek, taşın altına elimizi koymaktan daha kolay... Adalete ve eğitime havale edip de işin içinden çıkamayız. Çok yönlü ve kapsamlı düşünmek ve bilhassa hissetmek mecburiyetindeyiz. Sanki başımıza gelmişçesine...
Bugün başımıza gelen bir sıkıntıyı nüfuz ilişkileri ile çözdük diyelim ki, yarın ne yapacağız? Biz ilişkilerle sorunları çözüyoruz farz edelim ki, halkın ekseriyeti ne edecek? Mekanizmaları kurmak ve bunları hakiki insanlarla çalıştırmak çok mühim... Yoksa iş bırakma, lanet okumalar ve basın açıklamaları ile konu unutulmaya yüz tutar. Bu tip sorunların ve neticelerin en büyük düşmanı unutmaktır. Günlük tepkilerin yoğunluğu değil, sürekliliği ve topluma yayılımı büyük önem içerir. El birliği ve iş birliği...
Pekala, o zaman birkaç soruyla yazımızı düşünmeye ve sorgulamaya kıralım. Eğitim sistemi, insan doğasındaki kötülükleri mi yoksa iyilikleri mi öne çıkarıyor? Toplumun ve kurduğumuz sosyal yaşamın kötülüklerde ve iyiliklerde payı ne kadar? Çocuklarımız ve gençlerimiz, kötülüğü nerede ve kimlerden öğreniyor? Hayatlarında hangi büyükler etkili? Bunları derinlemesine irdelemeliyiz. Gençlerin ve çocukların his veyahut anlam arayışlarında iyilik cihetinde etkin rol oynamalıyız. Yoksa herkesin bir gün başı derde girer. Eyyamcı hareketler geleceğimizi kurtarmaz, salt günü idare eder. Ve öfkenin patlamasından öteye gitmez.
Öte yandan son zamanlarda hassaten devlette herkesin eli kolu bağlı durumda... "Bana ne" ruhu egemen... "Başıma iş almayayım" cenderesinde vicdani sancılar yaşanıyor. Çoğu kişi; görev, yetki ve sorumluluğunu öteleme peşinde... Üstten bekleme yaygın... Hal böyle olunca da herkes lanetleyip geçiyor. Halbuki devlet içerisinde astlar da üst olanlara yol çizebilir. Üst olanın eylemine, sorumluluğuna katkı sağlayabilir ve katılabilir, katılmalıdır da. Susmayarak ve kaçmayarak... Örneğin dünyanın bir yerinde bir hava şirketinin uçakları sık düşüyormuş. Bu noktada oransal bakımdan diğer şirketlere göre daha öndeymiş .
Bu neticenin sebebini irdelemeye koyulmuş hava şirketi uzmanları. İrdeleme asla -mış gibi ve üstünkörü değilmiş. Hakikatenmiş. Neyse, uzmanlar kazaların kök nedeninin toplumdaki kültürün ve zihin dünyasının kokpitteki üst ve ast ilişkilerine sirayet etmiş olduğunu rapor etmiş. Şöyle ki:
Ast olan pilot, üst olan pilotun işine hiç karışmıyormuş. Tehlike durumlarında bile susuyormuş. Zira toplumdaki kültür ve işleyiş, ona fark ettirmeden bunu empoze ediyormuş. Ast pilot, uçağın bir yere çarpacağını kesin olarak gördüğü an yapması gerekeni yapıyormuş. Ama iş işten geçiyormuş. İncelemelerin ardından hava şirketi teşhisi koymuş, tedavi yollarını da ortaya koymuş ve bilahare kaza oranlarında bir düşüş meydana gelmiş.
Yani zamanında müdahale ya da hamle, önleyici olduğu gibi birçok olumsuz neticeyi ortadan kaldırmış. Bizim için de örnek olsun diyelim.
Saygılar...