Son günlerde öğretmenlerimizin düşürüldüğü duruma çok üzülüyoruz. Zayıf düşürüldükleri için kendilerini güçlü görenlerin ‘‘skandal’’ diyebileceğimiz halleriyle uğraşıyorlar.

Bu hal, iyi hal değil. Bu hal, olağan hal de değil. Normalleştiremeyiz. Katiyen... Bir yerde oklar çok rahat öğretmene çevrilebiliyorsa o yerde öğretmenin huzurla ve kafa rahatlığıyla işini icra etmesi beklenemez. Hep bir tedirginlik hep bir kaygı hep bir daralma... Eğitim paydaşı bunalımdaysa eğitim buhrandadır. Unutmayınız bunu lütfen!

İstekleri dışında seçim görevleri verilen öğretmenlerimizin itirazları bazı ilçe seçim kurullarından öyle karşılıklar görüyor ki öğretmenlerimiz bu tavırları asla hak etmiyor.

İstenmemiş görevin resen verilmesini bir yana bırakarak ifade etmeliyim ki öğretmenlerimizin mazeretlerini sunarak bu görevi almak istememesi de haklarıdır. Haklarını kullanırken anlayış ve hoşgörü yerine niçin inciten ve küçülten bir reaksiyon ile karşılaşmaktadırlar? Hakikaten anlaşılır gibi değil. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır, diyoruz. Hoşgörü, insandaki isyanı bile eritir. İnsanın insana bir tebessümü ve güzel sözü zor mu?

Ne yazık ki insanların sahip oldukları makamları onları ‘‘en güçlü benim’’ moduna getirebiliyor ve bu modda hiç hoş ve yakışık olmayan davranışlar içine girmesine sebebiyet verebiliyor. İnsanın olgunluğu yoksa makamı ne olursa olsun bir yerde toyluk patlak veriyor. Acınası...

Biz, kurumlar ve kamu görevlisi insanlar birbiriyle çatışsın taraftarı değiliz, olmayız da... Kurumlar ve kamu görevlileri bir senfoni edasında hizmet versin vizyonuna sahibiz. Bu ise sazın kemana kaşını çatmasıyla olmaz. Davulun piyano üzerinde dominant olmasıyla mümkün değildir.

Gelinen noktada ihtiyacımız olan şudur ki hoşgörü- güler yüz - anlayış olmasa da (bunlar öğretmen için lüks olmaz inşallah bir gün) en azından her şeyin bir yolu yordamı vardır. Devlet adabı da diyebilirsiniz buna.

Şartlar ve durum ne olursa olsun ilçe seçim kurularının bu yolu yordamı elden bırakmaması icap eder. Bu da öğretmene iyi niyetli bakış ile mümkündür.

Neticede öğretmen dediğimiz insanlar, ilçe seçim kurulundaki kişilerin de hayatlarının belli dönemlerinde muhatabı olmuşlardır. En azından bir harf öğreten olmuşlardır, öyle değil mi?

Devlette bir kimse ne tepeden bakmaya muktedirdir ne de aşağılanmaya maruz bırakılabilir. Bu şuur çok mühim...

Yine üzülerek diyebilirim ki öğretmenlerimizin sosyal ve mali yönlerden istendik seviyede olmayışı, kamu görevlisi kimseler arasında ‘‘er’’ muamelesi görmesinin önünü açıyor. Yazının başında da söylediğimiz üzere öğretmenler bitap, harap ve zayıf düşürüldü. Bu zayıflık, güçlünün huzurunda hoş olmayan muamelelere açıktır. Nitekim bazıları için bu zayıflık fırsattan istifade...

Bu bakımdan öğretmeni güçlendirmek, bazı kimselerin öğretmene skandal yaklaşımlarının önüne geçecektir.

Bu demek değildir ki öğretmen hatasızdır, eksikleri yoktur.

Hayır, öğretmenlerin de hataları ve eksikleri vardır.

Öğretmeni güçlendirme girişimi ve çabası, öğretmen ile yetkili kimselerin eş güdümü ile hasıl olabilir.

Her daim istemek, talep etmek, gelin görün ki bu istek ve talepler dışında taşın altına elini koymamak ve kenara çekilmek öğretmeni güçlendirmeyi sekteye uğrattığı gibi noksan bırakır.

Yani demem odur ki öğretmeni güçlendirip saygınlığını arttırma, yukarıdaki durumları yaşamasının önüne geçme öğretmenin de girişimi ve çabasını ihtiva eder. Öğretmen, öğretmeni güçlendirme çabasından muaf değildir.

Eleştiri kadar öz eleştiri de öğretmeni güçlendirecektir.

İstemek kadar yapmak ya da yerine getirmek de öğretmeni güçlendirecektir.

Yoksa kamu görevlileri arasında askeriyedeki ‘‘er’’ gibi şamar oğlanına çevrilecek, bu da bizleri üzecektir.

Çünkü öğretmen kıymettir, öğretmen boyun eğmeden ders verebilendir, öğretmen değil elini yüreğini ortaya koyandır, öğretmen özveri ve emek gibi hasletlerle  öne çıkandır, hayatını kültür-sanat cihetinde dolu dolu yaşayabilendir, öğretmen aynı zamanda öğretmen arkadaşının yükünü alabilendir, öğretmen aynı zamanda kendisi için ne istiyorsa öğretmen arkadaşı için de onu isteyebilendir. Öğretmenin hini ya da cini olmaz, öğretmen candır. Bu can ile canlılara yol olur. Bu cana suizan hak olamaz. Hüsnüzan, hüsnüzan ey ilçe seçim kurulları ve bilumum yetkililer!

Bakanlık yetkililerine de seslenmek istiyorum.

Öğretmeni güçlendirmek bağlamında onları birtakım yüklerin altında ezmemek ve yormamak lazım.

Laf açılmışken söylemeliyim. Öğretmeni, Sayın Tekin’in son açıklamalarından hareketle müfredatı sadeleştireceğiz diye ders saatlerini ve ders yılı sürelerini arttırarak bir yere varamazsınız.

Öğretmeni işine odaklamak ve ondan en üst düzeyde verim elde etmek için gelin öğretmene az dersle maddi güç verin. Öğrenciyi çok derse değil, daha çok hayata yönlendirin. Okullarda dersler zorunlu lakin okullar hayattan muaf... Okullar, hayatı yaşatmadıkça, zamanı sunmadıkça öğrenciler için bir anlam ifade etmeyecektir. Hayat bağı olmayan okulların yeri, bir zaman sonra müzeler olacaktır.

Bir öğretmene haftalık 30 saat ders vermek, hatta bazıları için bu 30’un da üstünde,  öğretmene hedef şaşırtır, öğretmeni bitap-harap-zayıf duruma düşürür, bir müddet sonra da öğretmen derse değil alacağı paraya bakar ki orada da haklıdır. Çünkü aldığı ek ders ücreti onu asla tatmin etmiyor. Bir öğretmen için paranın hedef olması ne acıdır! Bunu yıkmak lazım... Bu da öğretmene az ders vermekle maddi güç kazandırmakla meydana çıkar. Öğretmen güven tazeler, taze kan olur, tuzu kuru modundaki kafa rahatlığını meslek iştiyakı ile birleştirince öğrencinin çığır açacağı zeminler oluşur. Toplum da bunları gördükçe öğretmen el üstünde tutulur. Bu durum, tüm katmanlara sirayet eder. Öğretmen hem rahat bir nefes alır hem de potansiyelini açığa çıkaracak zemini bulur.

Sayın Tekin, müfredatı sadeleştirmek, dilerim ki işlerin basitleşeceği ve sadeleşeceği yerde eğitim camiasını allak bullak etmez.

Sayın Tekin, ne çok derste keramet vardır ne de öğrenciyi uzun süre okulda tutmakta...

Öğrencinin öğleden önce derse girip öğleden sonra yaşamla temas edebileceği alanlara inmesi gerekir. Öğretmen de bilgiyi yükleyen değil, yönlendiren olmalıdır. Bunları yıllardır dile getiriyoruz.

Eğer ki bunlar olmazsa yine tarih tekerrür eder.

Muasır medeniyetler seviye atlarken biz o seviyeye çıkmak için kervanları ha bire yolda düzeltiriz. Bunu da sanki inovasyonmuş gibi lanse ederiz. Halbuki çağdaş uygarlıklar treni çoktan geçmiştir, biz de o treni kaçırmışızdır. Bizimkisi ise kaçırılan trenlerin arkasından bakmaktan, güya kervana katılarak kaçırılan tren görüntüsüne bürünmekten öte değildir.

O uğraşlar, iyi niyetle ve samimi olsa da işe yaramaz.

Her şey vaktinde, vaktinde, vaktinde...

Hayatın doğallığına ve akışına şu okulları ve şu camiayı ah adapte edebilseniz!

Ah şu okulları, öğrencileri ve öğretmenleri ciddiye alsanız ve yaşam sahasında önemseseniz!

Okulları bir yere kondurmak değil, onları yaşam içinde konumlandırmaktır mesele...

 

Saygılarımla...