Son aylarda işten güçten, üzülerek ifade etmeliyim ki, en çok "illallah" eden branşın adı: Türkçe ve edebiyat... İngilizceyi de bunların yanına koyabiliriz.
Lakin en çok yüklenilenler, en çok istifade edilmesi gerekenler oluyor. Burada bir tezat söz konusu... Bir insanı ne kadar çok yorarsan o kadar az istifade edersin. Ne kadar az yorarsan o kadar çok istifade edersin. Ters orantı...
Gelin görün ki Türkçe ve edebiyat branşlarının bu ağırlığını, okullara ha bire yazı gönderenler nasıl hissedecek? İş başında olanın hissettiği sorumluluk ve ağırlık, yazı başında olanların çok da anlam ve önem veremeyeceği bir hadisedir. Burası hem düşündürücü hem de üzücüdür.
Samimiyetle ifade etmeliyim ki düşünüyorum, anlamaya çalışıyorum. Mesele, Türkçe ve edebiyat öğretmeninden hakikaten istifade mi yoksa laf olsun torba dolsun mu, dostlar alışverişte görsün mü? Eğer ki bu branşların gelişim önü açılacaksa yöntemin futbol tabiri ile "doldur boşalt" olmaması icap eder. Gelgelelim ki sahadaki durum paydaşları buna yönlendiriyor. Zira acele, telaş ve zaman sınırlaması had safhada... Sanki son dakikaları oynuyoruz.
Ah, ah şu sadeliği ve basitliği okullara yayabilsek de anlaşılır ve bilinçli kılsak eğitim öğretim ortamını. Çok şey yapmaya yeltenip ortamı allak bullak etmektense az şey hatta bir şey yapıp netice alabilmek daha mühim değil mi? Geri dönüt yok, takip hak getire, vitrine çıkarılanlar ise fiks menü gibi... Ezbere, biçimsel... Öz yok.
Duyduk duymadık demeyin ve herkese yayın: Bilhassa Türkçe ve edebiyat branşları, okullarında zaman ve fırsat bulamıyor. Hele hele bu dönem iyice işler çığırından çıktı. Belirli gün haftalar onlara havale, projeler onlara havale, sınavlar zaten haftalarını alıyor, idareye gelen yazıların birçoğu Türkçe ve edebiyat branşlarının eline tutuşturuluyor.
Efendiler, okullarda artık Türkçe ve edebiyat öğretmenlerinin büyük sorunları var. Bu sorunu üreten düşüncesiz yüklenmeler... Her branşın konfor alanı ve zamanı varken Türkçe ve edebiyat branşlarının bu alanları olmadığı gibi yakınlarına ayıracak zamanları da kalmadı. Başlarını kaldırıp da öğrencinin gözlerinin içine bakacak, meslektaşını gülerek selamlayacak zamanlarını alıyorsunuz. "Momo" eserindeki duman adamlar gibi zamanlarını çalıyorsunuz. Bu branşları, ya - mış gibi yapmaya ya da hiçbir şey yapmamaya zorluyorsunuz son kertede. Ve biliniz ki meslek enerjisi, iç motivasyon ile idare edenler de tükenmek üzere... Kafaları bir milyon. Motivasyon kaybı yaşıyorlar. Verimlilikleri günden güne düşüyor. Branşa hissettikleri aşk her geçen gün öldürülüyor. Branş ile aralarında müthiş bir soğukluk baş göstermeye başladı. Bilmem duydunuz mu? Haberiniz olsun. Çünkü sesleri işitilmiyor.
Sayın yetkililer, Türkçe ve edebiyat branşlarına azıcık soluklanma hakkı tanıyın. Eğer ki yazıdan ve uzaktan duyumsamıyorsanız lütfen okullara gidip hallerine bir bakın. Şöyle ki:
Bir Türkçe öğretmenine sene başı öğretmenler kurulunda yazmanlık verilerek işe başlanır. Belirli gün ve hafta programları ile iş yükü, şaha kalkmaya çalışır. Öğretmen, gık diyerek itiraz edip dişini gösterebiliyorsa bu atağı püskürtür. Püskürtür püskürtmesine fakat ders yılı içinde bu reaksiyonunun misliyle karşılığını görür. İlden, ilçeden ve bakanlıktan proje yazısı üstüne proje yazısı gelmektedir. Öğrencilerde okuma ve anlama zayıf olunca tepedekiler telaşa düşer. Maksat, vitrini düzeltmektir. Herkes bir şey yapmak ister. Tabii birbirinden habersiz olunca bilmezler aynı şeyleri yaptıklarını... Yalnızca isimleri farklıdır o yapılmak istenen şeylerin. Bir Türkçe öğretmenimiz bu bağlamda diyor ki:
"Müdürüm önce şiir ve kompozisyon yarışmaları yazısını tebliğ etti, teslim aldım. Bunun için en uygun öğrenciyi seçmek istiyordum. Bazı öğrencileri yanıma çağırdım. Öğrencilere yarışmalar hakkında bilgi verirken o esnada bir öğrenci sokuldu yanımıza ve müdürün çağırdığını iletti tarafıma. Müdürün yanına gittim, 'Dilimizin Zenginliği' yazısını teslim aldım. Zil çalmıştı, derse geçtim. Teneffüste şiir yazacak çocukları belirledim. Bu arada nöbetçi olduğum için bu işi koridorda yapıyordum. Göz ucuyla etrafı izliyordum. Ders zilinden sonra tuvalete indim. Tuvaletten çıkar çıkmaz sınıfa doğru koşarken müdürün seslendiğini işittim. Yanına vardım ve 'Ekrandan Kitaba' projesi yazısını teslim aldım. Öğle arası okulda olmadığım için bir yazı tebliğ edilmez diye düşünürken WhatsApp grubundan tarafıma bir yazı daha yollandığını gördüm, bu seferki yazının adı 'Okuma Vakti' idi. Öğleden sonra kafam derslerde değildi, yazıların planlamasındaydı. Sorumluluğun kaygısını iliklerimde hissediyordum. Bunları mesai saati dışında hallederim, diyerek eve havale ettim hepsini. Kafamı derse verebildim o an. Teneffüste nöbet görevimi ifa ederken WhatsApp’tan bir yazının daha şahsıma gönderildiği duydum. Bu sefer de 'Okuma Halkası' oluşturun deniyordu. Okuma ve dilin zenginliği ile ilgili yazıların içeriği aynı iken hiç kimse bunları birleştirip tek elden yürütmeyi akıl etmemiş mi diye düşünürken ağlayan bir öğrencinin şikayeti ile irkildim. O derece dalmışım yani. Neyse ki günü 5 yazı ile kapatmıştım. Gerçi ara tatil öncesini de 4 sınıfa girdiğim için 12 sınavla kapatmıştım. Dönemi de 24 sınavla kapatacaktım. Akşam eve vardığımda sorumluluğu iliklerime kadar hissettiğim için hemen bilgisayar başına geçip planlamalarla meşgul oldum. Ara ara sosyal medyaya bakınıyordum. Alan değişikliği haberi gördüm telefon ekranımda. Alan değişikliği düşünüyorum an itibarıyla. Saygılar... "
Efendiler, böyle sürerse Türkçe ve edebiyat öğretmenlerini kaybedersiniz. Hem de enerjik olanları...
Okulların lokomotifi olan bu branşları az yorun, çok istifade edin. Yorulan insan hiçbir işe kendisini yüzde yüz veremez. Hatta yüzde 1 bile veremez. O projelerinizin yüzde 1 ile yürütülmesini istemeyiniz. En iyi nasıl istifade ederimin yollarını arayınız. Bu branşlarda müfredatı sadeleştirme de bir yol bence…
Saygılarımla...