Sayın Yusuf Tekin, Ankara üniversitesindeki konuşmasında şunları dile getiriyor.

Sayın Tekin’in dile getirdikleri üzerinden yorum yapa yapa bir yazı kaleme alacağız şimdi.

Tabii sorumluluğu olmayan ve yetkisiz bir koltukta oturarak…

Biliyoruz bizimkisi kolay, onunkisi zor… Ziya Selçuk Hoca bile bu koltukta çileden çıktı, kafasında olup bitenleri ve geçenleri hayata geçiremedi. Ekseriyetin cebini, salt kendisini, çıkarını düşündüğü bizim gibi ülkelerde kamu yararı gözetilemez. Bu hal, hedef çatışmaları demektir. Hedef çatışmaları da sahada allak bullak görüntünün müsebbibidir. Merkezi bürokrasi de yerel bürokrasi de bundan nasibini alır. Olan, vizyoner insanlara olur. Çalımlar, çelmeler, ayağını kaydırmalar…

Hele hele eğitimde çok geride kaldığımız ortada iken…

Artık yöntemimiz, önceki yazıda da belirttiğimiz üzere: Tepeden inme yani jakoben olmalıdır. Ne söylenirse söylensin…

Onun için romantik değil, realist olmalıyız. Öğretmenlerin de çocukların da bürokrasinin de velilerin de gündelik ve haftalık duygularına kapılamayız. Eğer ki yıllık ve aylık planlarımız varsa… Tabii planın birtakım gereklilikleri de var. O da maçın ortasında kuralı değiştirmemek gibi… Bunların hepsi küçük meseledir fakat algıya ve zihne menfi etki eder. Anlaşıldı sanırım.

Çok uzattım. Geçelim manidar sözlere:

‘‘İstihdam ettiğimiz gençlerimizin, çocuklarımızın bizim müfredatımızı bilmesini ve onu nasıl çocuklara vereceğini istiyoruz. Bundan daha doğal bir hakkımız yok.’’

Yorum: Müfredatı, tüm paydaşların anlaması ve bir yere koyup şekillendirebilmesi için sadelik ve anlamlı bütünlük şart… Hayat bulmayan müfredat, cepte taşınan geçersiz para gibidir. Müfredatta bir bilinç olmalı. Müfredat uygulayıcılarına da bu yansıyacaktır. Herkese sirayet ettikçe şuur gelecek.

‘‘Alanı zaten siz öğretiyorsunuz. Biz de ne öğretmesi gerektiğini çocuklara ve nasıl öğretmesi gerektiğini istemek durumundayız öğretmenden.’’

Yorum: Üniversitelerin içi boşaltılmış. Üniversiteler arasında da fırsat eşitsizliği söz konusu… Hatta öğretim üyeleri arasında da çok büyük farklar var. Öğretmen adayı üniversiteden kesinlikle donanımlı gelmiyor. Geliyorsa da kişisel çabaları ile… Ufuk ve zihin açan üniversiteler yok. Slaytlar ile ders anlatmayan, mevcut okulların gerçekliği üzerinden konuları veren öğretim üyeleri hak getire… Balık baştan kokar Sayın Tekin. Mülakatlarda tüm yükü, gariban öğretmen adayının sırtına bindiremezsiniz. Zaten sırtında KPSS ve Alan sınavı gibi bir ağırlık var. Üniversite reformu bu bağlamda şart… Üniversitelerin azaltılması, iyi öğrencilerin eğitim fakültelerine çekilmesi, öğretim üyelerini seçerken titiz davranılması, yereldeki ahbap çavuş ilişkilerinin bertarafı… Saymakla bitmez gördüğünüz üzere…

‘‘Yani bizim çok somut bir örnek vereceğim size. Bu kopukluğun giderilmesi lazım. 2006 yanlış hatırlamıyorsam bitişik eğik yazısı müfredata kondu. Yani bu hükümet politikası olarak biz çocuklarımızın bitişik eğik yazısı öğrenmesini ve el yazısı yazmasını istiyoruz dedi. Ben 2013 yılında müsteşar oldum. Bu kararın alınmasından 7-8 yıl sonra… Hala istihdam ettiğimiz sınıf öğretmenlerinin sizce bitişik eğik yazısı öğretme konusunda herhangi bir lisans dersi almıyor olması normal mi arkadaşlar?’’

Yorum: Eğitim sahası hem kördüğüm… Hem de gaflete düşmüşlükten, koordinasyonsuzluktan bir kopukluğun olduğu gerçeği ortada… Hayat ile okul kopukluğu ise en üst kopukluk bence… Bunu birleştirmeden diğer kopukluklara yönelmenin bir manası yok. Evet, sorun çok… Lakin en büyüklerini mesele etmeliyiz. Üniversite bir hava, okullar bir hava, bürokrasi bir hava, veliler bir hava, öğretmenler bir hava, netice çocuklar berhava… Paydaşlar arası kopukluk kördüğümlerin sebebi de… Bunun için müfredat basit ve sade olmalı. Telaşa, hıza gerek yok. Zaten bu telaş ve hız bizi birbirimizden de koparıyor. Yalın, basit, anlaşılır bir müfredat…

‘‘Üniversitelerimiz bu anlamda bakanlığımız politikalarını izlemezse mezun ettiği kişileri bu anlamda donanımlı hale getirmezse bu entegrasyonu ve koordinasyonu nasıl sağlayacağız?’’

Yorum: Sayın Bakan, bu sorunun kaynağı üniversitelerdir desek de sorunun kökeninde ta okul öncesinden başlayan toplumsal bir kültür ve zihin yapısı söz konusudur. Toplumsal dönüşüm de eğitimin konusu olduğuna göre eğitimi tepeden tırnağa revizeden başka seçeneğimiz kalmadı. Kafa yapısı ve bakış açısı değişmeli. Okulların fiziki yapısı, teneffüsler, ders içerikleri, ders süreleri vs… Kökten çözüme bismillah derseniz problemlerin kökenine inersiniz. Yoksa çok sığ ve yüzeysel olur attığınız her adım. Yani değmez.

Yeni kuşağın beyninde okul algısı ancak böyle yenilenir. Neticede üniversitelerde ders veren, bürokraside görev alan, öğretmenler vs. herkes okul öncesinden başlayarak bir çarkın içinden geliyor. Bu çarkın etkisi görev aldıklarında da bir yerlerde baş gösteriyor. Kendini de gösteriyor. Sonra olmuyor, olmuyor, olmuyor diyoruz. Böyle olursa olmaz.

Yıkacağınız İlk Şey: Yereldeki ve merkezdeki ahbap çavuş ilişkileri…

Bu ilişkiler, siyasi bir yol izliyor. Öyle ki bazı okul müdürleri bu ilişki ile yerinde durup okulu perişan ediyor. Siz, öğretmen seçimi diyorsunuz da ya okul yöneticileri seçimi?

Saygılarımla…