Son günlerde eğitim camiasında sık konuşulan, tartışmalara ve itirazlara yol açan konulardan biri, Eskişehir ve İzmir illerinde bazı okullara yönelik olduğu anlaşılan "manevi danışman" uygulamasıdır. Bu uygulamanın, kurumlar arası iş birliğine dayalı bir proje olduğu anlaşılmaktadır. Ve değerler eğitimi kapsamı altında birtakım seminerleri vs. içermektedir. Seminerlerin ise öğrencilere dönük olarak imam, müezzin unvanlı kişilerce icra edileceği öngörülüyor.

Okula imam, müezzin vs. unvanlı kimselerin atamasının söz konusu olmadığına bilhassa dikkat çekilmiş. Gelinen noktada bu uygulamaya tepkiler çığ gibi büyüyor. Büyümesi de gayet olağan... Zira birtakım dini düşüncelerin belli bir zaman sonra nereye evrileceği, bu fikirlerin eylemselliğinden kimlerin zarar göreceği belirsizdir. Dini saha her daim istismara ve kötü niyetlilerce kullanıma açıktır. Bu bağlamda son 25 yıllık hatta 150 yıllık süreçte ciddiye alınması gereken tecrübelere sahibiz. Bugün itiraz olduğu için rahatsızlık veren ve es geçilen ifadelerin ileride ne denli haklı olduklarını gördüğümüzde iş işten geçmiş olabilir. Onun içindir ki masaya yatırılanların üzerinde bazen şapkayı önümüze koyarak düşünmemiz şarttır. Öngörülenler, belki de yarın için bugünden görülenlerdir. Kimse alınmasın, kimse gücenmesin, kimse kırılmasın diye gerçekleri ve FETÖ tecrübesi ile sabit birtakım halleri görmezlikten gelemeyiz. En sonunda yanlışların yol açtığı acıları halkın çocukları çekiyor. Kimse "ben yanlış yaptım" demiyor. Herkes birbirinin üstüne atıyor. Ya sıvışıyor ya da adamını bulup sıyırıyor. Olan sıradan insanlara oluyor. Biz şu an onları düşünüyoruz. 

Bahse konu olayda meselemiz değerler eğitimi değildir. Bilakis yeni kuşağın evrensel değerleri özümseyerek yaşamasına ve büyüklerin de örnekliğine çok ihtiyacımız bulunuyor. Meselemiz, bir imamın ya da müezzinin seminer adı altında eğitim vermesi de değildir. Meselemiz, bu işin ideolojik ya da siyasi alana çekilmesi de değildir. Meselemiz, dinsel sahanın bireyselliğinin muhafaza edilip bu alanın istismara açık tüm boşlukların ve açıklarının kapatılmasıdır. Şöyle ki:

Siz değerler eğitimi noktasında saygınlığı azaltıla azaltıla etki gücü azalan öğretmeni yetersiz görüp böyle bir alan açarsınız. Bugün o okulsal alana devletin imamı ya da müezzini girer. Yarın başka yapıların imamı ya da müezzini girip o alanı FETÖ gibi öğrenci devşirme amaçlı kullanır. Yani başlangıçtaki  iyi niyetli tutumunuz, bazı yapıların devlet içinde devlet olmasının önünü açmıştır. Bakınız, bu tavrımız ya da bakışımız kesinlikle din düşmanlığı değildir. İnsanların dine inanırken ya da bir değeri içselleştirirken özgür iradesine ket vurulmamasıdır. Seçme iradesini elinden almamaktır.

Çocuklara değer aşılamanın en güzel yolu büyüklerin örnekliğidir. Yaşanılan hayatta çocukların karşısına dürüstlüğü, iyiliği, erdemi çıkarmaktır asıl mesele. Yoksa seminer türü eğitimlerde öğrencilerin karşısına kimi çıkarırsanız çıkarın işe yaramayacaktır. Kimi öğrenciler, eski zamanlarda "matematikte bu gördüğümüz konu hayatta ne işe yarayacak?" diye kendi çaplarında haklı bir soru yöneltirdi.

Şimdilerde o kimi öğrenciler şunları soruyor:
"Hocam, anlattığınız bu dürüstlük gerçek hayatın neresinde var? Hayatsız dürüstlük, sanal gerçeklik ile eş değer değil mi? Ve bu dürüstlüğü hayatın neresinde kullanacağız? Kullanıp da komik mi olacağız? Alıcısı yok ki dürüstlüğün... Siz, alıcısı olmayanı niye bize satarsınız? "

Sonuç olarak iyi niyet ile  imam, müezzin değerler eğitimi versin diye bir uygulama başlatırsınız, sonra çapını genişletirsiniz, daha sonra da bu imam ve müezzinler başka yapıların adamı olup adam devşirir, kendi elinizle devşirme sisteminin önünü açmış olursunuz, en sonunda ise güvendiğiniz  imam ve müezzinler bu sistemin uleması olup karşınıza dikilir, devşirme ve ulema düzeninde Osmanlının başına gelenlerle cedelleşirsiniz. Uleması, softası vs. başa bela olunca dizinizi döversiniz. Son pişmanlık fayda etmez. Bilinmelidir ki dini saha hassas terazidir. İncelik ister. Bu da ancak hakiki laiklik ile meydana gelir.

Saygılarımla...