Bir baba, liseye devam eden kızıyla dersleri hakkında konuşmak ister.

Zira kızı, sınavlarda istendik puanlar alamamıştır. Bu duruma babası çok üzülür. Bu nedenle kızıyla konuşma ihtiyacı hasıl olur.

 

Şimdi baba ile kızı arasında geçen konuşmadan bir kesiti aşağıya alarak sizlerin dikkatine sunacağım:

- Babacığım, ben derslerde hayata dair bir şey öğrenmiyorum. Ve hiçbiri dikkatimi ayrıca ilgimi çekmiyor.

- Kızım, okula gidiyorsan dersler senin için amacına araç ama.

- Babacığım, ben böyle olmasını istemiyorum. Dersleri değil, kendimi öğrenmek istiyorum. Yunus Emre'nin ilim öğrenme yolunda koşulu insanın kendisini bilmesi değil mi? Ben, mevcut dersleri öğrenerek kendimi nasıl bileceğim? Bunu bunca yıllık öğrenim yaşamımda anlayamadım. Halihazırdaki dersler beni kendime zerre yönlendirmiyor ve yaklaştırmıyor. Tek bildiğim, anladığım ve hissettiğim bu. Kendimi tanımadan, öğrenmeden, bilmeden, duyumsamadan nereye yol alacağım? Doktorluğa mı, öğretmenliğe mi? Oysaki bunlar içimden geçen meslekler bile değil.

- Seni anlıyorum lakin...

- Ben de seni anladım baba. Çaresiz, çözümsüzsün. Benim için boş tarafı dolu göstermekten ibaretsin.

 

Kızımızın durum tespiti yerinde ve doğru.

Herkesin kendisine babası gibi hak vereceğini düşünüyorum.

Yalnız herkesin kızın bu haklılığına sistem içinde bir çözüm yolu yok. Nutku tutulmuş, eli kolu bağlanmış yetkili ve ilgililerin.

Bu bakımdan kızımıza sistemin zorlama ve ona olmayan yolları sunulacak. Tamam öyle fakat sen de idare ediver bununla, denilecek.

Haklılık verilen sözlerin devamında "lakin, ama, fakat" gibi geçiş ve bağlantı ifadeleri de bunun teyidi değil mi? Çocuklarımızın ve gençlerimizin hayalleri hep boşluğa ve boşa düşecek. Çünkü eğitim ortamı içinde onları bolca ve sıkça dile getirmeye yer var iken onların bizzat kendisini yaşamaya yer yok.

 

Kendi kendine öğrenme dedik uzun bir süre.

Gelin görün ki sadece dedik durduk. Deyip duruyoruz uzunca bir zamandır zaten.

Çocuklara ve gençlere ortam, imkan ve fırsat sunduk mu bunlar için?

Kendi kendine öğrenmeyi pohpohlayarak göklere çıkardık.

Gelgelelim okul ortamına indiremedik. Yani yere ayak bastıramadık.

Her daim hayal kurdurduk insanlara.

Gerçekleri yaşattık.

Hayaller ile uymayan gerçekleri...

Hayat sahasında istifade etmediğimiz gerçekler bunlar.

Çocukların ve gençlerin devamlı sorguladıkları...

 

Evet, kızımızın kendimi öğrenmek istiyorum çığlığına da çılgınca hak veriyoruz.

Yalnız buna dair okul ortamlarında bir seçeneğimiz yok.

Kendini öğrenmeye ilişkin ders yok, doğal olarak birkaç saat yok, zaman yok hülasa, ortam ve fırsat yok, deneme şansı yok. Nasıl olsun ki? Yıllardır malum dersler... Üstüne 7'den 70'e aşina olduğumuz müfredat...

Öğrendiklerimiz hep aynı...

Sadece girdiğimiz sınavların harfleri farklı...

SBS değil de LGS...

 

Diyorum ki bazen:

Coğrafya ve tarih dersini kendini öğrenme yoluna nasıl uyarlarız?

Veyahut matematik, fen, Türkçe derslerini?

Sonra resim, müzik ve beden derslerini?

Ve diğer dersleri?

 

Çocuklarımız ve gençlerimiz girdikleri derslerde kendilerine yer bulamıyor.

Ve bu derslere kendilerini veremiyor.

Kendilerinden geçerek derslere giriyorlar.

Bence bu da çok ağır bir bedel oluyor onlar için.

 

Ne yapıp edip çocuklarımızı ve gençlerimizi kendilerini öğrenme esasıyla yetiştirmeliyiz.

Yapılandırma da bu cihette olmalı.

Kendini bilen, kendine göre bir yol çizer.

Hedefi tam on ikiden vurur.

 

Saygılar...