MEB'in 180 iş gününü 200 iş gününe çıkarma çalışması bir nicelik meselesi...

Asıl mesele nitelik değil mi?

Sosyal medya mercilerinden ve ulusal kanallardan aldığımız haberlere göre MEB 180 iş gününü 200 iş gününe çıkaracakmış.

Böyle bir haberi görünce ağzım açık kaldı.

Almanya’nın çalışma günlerini eksilttiği ve diğer Avrupa ülkelerinin esnek çalışma modellerine geçtiği şu zamanlarda öğretmen ve öğrencileri daha uzun bir süre okulda tutmamızı icap ettirecek gerekçe ne olabilir?

Tutmak, diyorum. Okullarımız bu halleriyle, görüntüleriyle, içerikleriyle ve düzenleriyle bilhassa öğrenciler için bu manaya geliyor.

Ne yazık ki MEB’te işleri sahiplenen ve benimseyen insan sayısı azaldı.

MEB’in ve taşranın yönetim tarzı da bunda etkilidir.

Eğitim ortamına çıkar girdi gireli ‘‘çıktı’’ alamıyoruz.

Çünkü insanlar kendine çalışıyor ve kendi için taşın altına elini koyuyor.

Bu da koordinasyonu ve bütünlüğü bozuyor.

İş günü sayısından çok işlerin aslolan hedeflere ne kadar kilitlendiğinin sorgulanması, bunun üzerinde kafa yorulması gerekir.

Tezvirat, söylenti, dedikodu, algılar, takıntılar, kaygılar, takılmalar eğitime yön veremez.

Bir çocuğun gözünün içi, bir öğretmenin yüreğinin sesi eğitimi şekillendirme gücünü haiz olabilmeli.

Sayının yükseltilmesi, eğitimin öğretim seviyesinin yükseleceğini düşündürüyorsa bakışımız dar, zihnimiz sığ demektir.

Böyle bir ortam hem manipülasyona hem de istismara açıktır.

Şöyle ki:

Bir ara okulların 4 gün olacağı söylentisi dolaştı.

Yine bir ara cuma günlerinin tatil olacağı dedikodusu yayıldı ortalığa.

Yine yine bir ara ara tatillerin kaldırılacağını işittik.

Daha sonra u dönüşü oldu, ara tatillerin devam edeceği ama öğretmenlerin okullarda olacağı dile getirildi.

Gelinen noktada da ara tatiller sürecekmiş, bunu öğrendik.

Lakin 180 iş günü 200 güne çıkacakmış.

Yani bir kaşık tatil, kepçe kepçe iş günü...

Tatil, dinlenme unutmayınız ki bazı insanlar için kültür, gezi ve sanattır.

Kendi kendine gelişim için fırsat, ortam ve imkandır.

Bunu onların ellerinden almamak lazım.

Müfredatın sadeleştirilmesine paralel ders saatlerinin azaltılacağını düşünüyorduk.

Hatta ve hatta şöyle hayaller kuruyorduk bu bağlamda:

  1. Haftalık ders saatleri azaltılır.
  2. Günlük ders saatleri de buna koşut azalır.
  3. Müfredat dersleri öğleden önceye yayılır.
  4. İlgi, yetenek, beceriye ilişkin ortamlar yaratılarak çocuğu keşfetme ve yönlendirme süreçleri başlar.
  5. Aileler daha fazla birbirine vakit ayırır. Çocuğun anne, baba, kardeş, arkadaş ile zaman geçirme süresi de artar.
  6. Öğretmenlerden azami verim ve enerji alınır. Ek dersler kaldırılır. En fazla 20 saat ders verilir öğretmene. Maaş 50 bin TL olur.
  7. Kültür-sanat-gezi ile kendi kendine öğrenme ve gelişme alanları doğal akışında ortaya çıkar.
  8. Yapay ortamların meydana getirdiği yaratıcılık ile doğal ortamların ve süreçlerin yarattığı yaratıcılık arasında çok fark var. Açık ara doğal olan öndedir.

 

MEB, haberler gerçekse sağ gösterip sol vuruyor demektir.

MEB’in her adımını güzele ve iyiye yorarken birden hiç aklımızın ucundan bile geçmeyen yerlere evrilmesi hem tuhaftır hem de MEB’e karşı güven boşluğu yaratır.

MEB’in inandırıcılığı bu hamleler boşluğa düşer.

Öğretmenlerde oluşan güven ve inanç boşluğu ise işi sahiplenme ya da benimseme gibi alt sorunları sökün ettirir.

İş gününü artırma gibi bir niyetiniz varsa hemen vazgeçiniz.

Öğretmenlerimizin ve öğrencilerimizin okul ortamına değil, ilgi-yetenek-beceri-psikolojilerine iyi gelecek dişe dokunur ortamlara ihtiyacı var. Rahatlama, rahatlama, rahatlama... Gevşeme, gevşeme, gevşeme...

Okullar küplere binilen yerler olmuş. Bunu bir araştırın bakalım. Neden acaba? Çünkü okul idaresine, öğretmenlere ve öğrencilere bindirilen, içlerinin almadığı yükler onların sabır taşlarını çatlatıyor. Bazen öğrenciye bazen de kendi ailelerine sabır tükenmiş olarak muamele ediyorlar. Hatalar da beraberinde geliyor. Denge, ölçü idarenin bilinçli yönetimi ile hasıl olur. Paldır küldür, haldır haldır ile değil.

Bilhassa belediyeler, seçim arifesindeyiz, öğrencilerin keşif - yönlendirilme süreçlerinde yasal roller ve sorumluluklar üstlenmelidir. Düzenlemeler bu perspektifte yapılmalıdır.

Biliyoruz ki hayalimizdekilerin gerçekleşmesi için merkezi değil, yerel ve yerinde yönetim çok mühimdir.

Yerel enstrümanlar daha aktif ve dinamik olmalıdır.

Merkez, illere yetişemiyor. İlleri çekip çeviremiyor. Bunu anlamalıyız.

Eğitim öğretim merkezden yerele doğru doğru dürüst akıp gelemiyor.

Koştur koştur öğretmenler ne yaparsanız yapın verimli olamaz. Zira koltuklarda oturanlar da bunu hissederek anlayamaz.

Okulları kuşatan MEB ve taşra projeleri de birbiriyle çakışan ve çatışan kimi zaman, neticeye ulaşamamaktadır. Öğretmeni ya enerji olarak sıfırlıyor ya da öğretmenin iyice boşlamasına bahane oluyor.

-mış gibi düzenden kurtarmalıyız eğitim öğretimi.

Her açmazımız, çıkmazımız, ezberlerimiz bize zaman kaybettiriyor.

Uzaya giden astronotumuz, Türkiye Yüzyılı ufku sadece göz önünde olmakla yetinmemeli, eğitimin özüne de göbeğine de girmelidir.

Bu giriş, alışkanlıklarımızdan çıkışla tahakkuk eder.

Yeni rutinler, yeni alışkanlıklar şart, şart, şart...

Her zaman söylüyorum ve dilim döndüğünce de söylemeye devam edeceğim:

‘‘Sade eğitim, sadece eğitim, daha az ile daha fazla sonuç elde etme...’’

Meselesi eğitim olan değerli MEB yetkilileri,

Lütfen meselesi eğitim olmayanların kıyaslamalarla dolu bakış açısının peşine takılmayınız.

Hedefi eğitim olanlar bilir ki eğitim ortamı rahatlık ve ferahlık ister.

Baskı, zorlama varsa yaratıcılık ölür. Her şey bir öncekidir.

Bir öncekinde döner dururuz.

ASIL MESELE NİCELİK DEĞİL, NİTELİK...

Saygılarımla...