2023-2024 ders yılının tüm eğitim paydaşlarına iyilik, güzellik ve başarı getirmesini temenni ederim.

İnşallah bu ders yılı devrim gibi köklü değişimlerin yılı olur.

Köklü değişim olmadıkça ne eğitimden istenilen verim elde edilir ne de çarpıklıklar, bozukluklar, yanlışlar ortadan kalkar.

Tüm çarpıklıklar, bozukluklar, yanlışlar yeni uygulamalarla kendisini tekrar eder durur. Yenilenen her şey eskidir aslında. Eski yeninin aslı olmuştur.

Bu da eğitimin kısır döngüye mahkumiyetidir ki bence asıl makus talihimiz budur. Çıkmaz ve çıkılamaz sokak…

Bunu nasıl yeneceğimize ilişkin çözüm önerileri, dolu zihinler var ise de kollar sıvanmış değil. Dereyi görüp paçaları sıvamıyoruz.

Ancak söz üretiyoruz, pratiği olmayan çözüm önerileri… Ya da pratiği sahada karşılık görmeyen veyahut sahaya çıkınca şirazesi kayan…

Kaşı tarafa laf atma… Kocaman boşluğa…

Her neyse yeni ders yılı başlarken biz de öğretmenlerimiz gibi çok dolduk.

Aslında bazı velilerimiz de çok çok çok dolu…

Onlara ses ve söz olalım bari.

Mesela seçimden önce eski Milli Eğitim Bakanı Sayın Mahmut Özer, Türkiye’de okul öncesi eğitimdeki tüm okullarımızda yemek vereceklerini ifade ederek bir söz veriyor. Hatta bu uygulama geçen yıl 2. dönem sahaya iniyor. Bu yıla başlarken görüyoruz ki Türkiye’de okul öncesi eğitimdeki tüm okullarda yemek verilmeyeceği okullara giden bir yazı ile açığa çıkıyor. Şimdi veliler serzenişte bulunsa haklı mı, haksız mı? Bütün veliler kendilerini ona göre hazırlamışlardı. Hatta okullar bile…

Gelin görün ki seçimden önceki manzara ve umumi ahval ile seçimden sonraki manzara ve umumi ahval arasında çok fark olduğu aşikar. Neyse ki kim bilir okul öncesi velilerinin imdadına yerel seçim öncesi dönem yetişecek ve Sayın Yusuf TEKİN seçime birkaç ay kala bir açıklama yapacak: ‘‘Türkiye’de okul öncesi eğitimdeki tüm okullarda yemek verilmeye başlanacak. Kapsam genişletilerek Türkiye’ye yayılacak.’’ Velilerimiz de maddi külfetten kurtulmuş olacak böylece. Seçim öncesi bir an olsa da olsun. Sayın Tekin, geçen yıl dillendirilen bu sözü tutmak sizin için bir ödev ve sorumluluktur. Okullar ve veliler sizden bunu bekliyor. Malum enflasyon ile baş edilemiyor. Hele hele gıda enflasyonu ile hiç başa çıkılamıyor.

Bir başka konu da öğretmenlerimizin maddi serzenişleri… Hayat pahalı ve ağır… Ve insanları fazlasıyla zorluyor. Öğretmenleri de…  Kafalarına çok takıyorlar maddi konuları. Eskiden bu derece takmazlardı. Ya da şöyle ifade edeyim, bu kadar öğretmen bu derece kafaya takmazdı. Öğretmenlerin maaşları yetersiz, ek ders birim ücretleri ise 60 TL gibi bir meblağ… Düşünün ki DYK’leri olmayan, haftalık 30 saat ders yükü olan bir öğretmenin, üzerinde rehberlik/sosyal etkinlik olduğunu düşünelim, hazırlık planlama ve nöbet görevleri ile birlikte ayda eline geçecek para 5.000 civarında…

5.000 TL ile kirasını ödeyemiyor. Mutfak masraflarını karşılayamıyor. Haftalık 30 saat iş yükü olan bir öğretmenin pestili çıkıyor lakin aldığı paraya değmiyor. Öğretmen, şu şartlar altında yorulduğu ile kalıp psikolojisi daha çok bozuluyor, motivasyon kaybı yaşıyor, verimliliği düşüyor. Öğretmeni bu mengeneden çıkarmadıktan sonra öğretmene edilen şirin, narin ve tatlı her söz öğretmenin beynine de gönlüne de işlemez.

Çaresiz, eli kolu bağlı vaziyette kaderine boyun eğiyor öğretmen. Ezikliğin yanına bir de eğiklik cabası… Öğretmeni ayağa kaldıracak, başını göğe erdirecek bir bütçemiz yok mu? Nelere ve nerelere bütçeler tahsis ediliyor, biliyoruz bunları. Öğretmene rahat ve refah bir yaşam çok mu görülüyor? Olmaz efendim olmaz. Bu öğretmenler böyle bir durumda kendilerini tam manasıyla randımanlı iş yapar noktaya getiremez. Bu, veliyi de öğrenciyi de olumsuz etkileyecektir.

Sendikalar bas bas bağırıyor: ‘‘Gelin şu eğitime hazırlık ödeneğini asgari ücrete yaklaştıralım.’’ MEB ve bazı sendikalar, şu basit olayı bile öğretmen lehine çözemiyor. Milletvekili maaşlarına bir gecede neler yapılırken öğretmenin eğitime hazırlık ödeneği yıllardır konuşuluyor ediliyor fakat istendik cihette bir tık ilerleme kaydedilemiyor. Öğretmen ne yapsın ve ne hissetsin? Olmaz efendiler olmaz, insanlar böyle kamçılanamaz. Öğretmen de böyle heveslendirilemez ve şevke getirilemez. Bir yerden sonra maddi ağırlık manevi yükü de beraberinde getirerek öğretmeni darboğazdan darboğaza gezdirecektir. Bu kıstırılmışlık altında öğretmen ne özüne ne de özgürlüğüne odaklanabilir. Tabii bunlara sahip de çıkamaz. Çünkü bir köleliğin ya da ucuz iş gücünün kader mahkumu olup çıkmıştır.

Öğrencileri okullarda uzun tutmanın ve ders sürelerini hala 40 dakikada sabitlemenin kime ne faydası var? Haftalık ders çizelgeleri her kademe için ağırdır. Ders ilaveleri ile yol alınamaz. Bireysel izlence ile bireye odaklı dersler takip edilerek bireye nokta atış yollar açılabilir. Eğitim düzenimiz bireyi değil, geneli hedef almış. Böyle olunca da bireyler tel tel dökülüp elimizde avucumuzda ülkeye katkı sağlayacak çok az insan kaynağı meydana çıkabiliyor. Ekseriyet yerini yurdunu bulamayıp kayboluyor ve toplumun güvenliğini tehdit eder pozisyonunda yerini alıyor.

20-30-40 yıllık tabuların yıkılma zamanı gelmedi mi? Çağ inanılmaz ilerlerken bizler çağın gerisindeki uygulamalara ve rutinlere tutunuyoruz ya da sarılıyoruz. Hal böyle olunca geride kalmamız kadar olağan ne olabilir ki? Yeterli sayıda öğretmen ataması yapma, öğretmenlerin üzerine ders bindir devamlı, öğretmene verdiğin maaş da ek ders ücreti de öğretmeni tatmin etmesin, öğretmeni yor ve yok say, tüm bunlardan sonra öğretmenden verim bekle, nasıl olacak? Olmaz. Olmuyor da zaten. Halkın çocukları kaliteli eğitim hizmetine layıksa izlenecek yol, kökten değişime uzanmalıdır. Öğretmene haftalık 20 saat ders verip maaşını şu an için 50.000 TL yapmak bu kadar zor mu? Devletimiz batmaz. Ve halkın çocukları için değer… Para, gerçek hayatta öyle değer görüyor öyle değer görüyor ki öğretmen ‘parasız’ imajı verince değersizliği iliklerine değin yaşıyor. Kira için konuştuğu kişinin öğretmen olduğunu işiten ev sahibi, sen bu kirayı öğretmen maaşı ile nasıl vereceksin, diyor söz gelimi.

Bakınız, absürt gelebilir ama bazen gelişim absürtlükten doğabilir, şöyle ki:

Ek dersleri ve DYK’leri tamamen kaldırınız ve öğretmene 50.000 TL maaş verdikten sonra özel dersleri ve ek işleri yasaklayınız. Burada taviz vermeyiniz. Öğretmen işine ancak böyle kendini verebilir ve odaklanabilir. Hiç değilse dağıtmaz ve dağılmaz. Daha sonra öğretmenin verimliliğini ölçünüz. Hakkınız o zaman. Çünkü 20 saate 50.000 TL maaş size bu hakkı verecektir. Öğretmenden kalite ve randıman beklentisi de hakkınızdır.  Bilahare eğitim sahasındaki ıvır zıvır uygulamaları, laf olsun torba dolsun etkinlikleri, dostlar alışverişte görsün dosyaları, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu tutarsızlıkları, üzüm üzüme baka baka kararır yol yordamı kaldırınız gitsin. Prosedür ya da evrak yükü ne var ne yoksa temizleyiniz. Eğitim sahası bunlardan arınınca emin olunuz ki yalın bir hal alacaktır. İşte bu sadelik, eğitimi anlaşılır kılacaktır. Kim ne yapıyor ne ediyor ne yapmaya çalışıyor herkes bilecektir. Bilinç ya da şuur eğitim alanında böyle tamama erecektir. O zaman yuvarlanan tencereler kapağını bulacaktır. Yoksa halihazırdaki eğitim düzeninde salt yuvarlanıp gideceğiz, o kadar…

Eğitim ortamı, diğer ortamlar gibi para kazanma aracına döndü. Birbirimizi aldatmayalım. Allah’ın bildiğini kuldan saklamayalım. Halının altına da süpürmeyelim. Merkezi sınavlar da parasal yanını tetikliyor tabii ki. Tüm alanlarda olduğu gibi para kazanma bir amaç olunca her şey araca dönüşüyor, paranın hüküm sürdüğü yerlerde amaçlardan uzaklaşılıyor ve bozulmalar baş gösteriyor. Bir müddet sonra da para yapılan işin önüne geçiyor. Paramı alayım da işi öyle ya da böyle yapar geçerim, zihniyeti hakim olmaya başlıyor. Para endeksli işlerden de kimseye hayır ve yarar gelmiyor. Bu, sağlık için de böyle… Eğitim için de… Öğretmeni paraya muhtaç etmezseniz öğretmen paraya endekslenmez. Paranın öncelenmediği bir yerde tuzu kuruluk başlar ki bu tuzu kuruluk kültür-sanat-eğitim gibi alanlarda gelişime kapı aralar. Tuzu kuruluğun olumlu tarafıdır bu.

Daha çok sözümüz var lakin bu kadar kafi…

Saygılarımla…