“Sessiz çığlık” diye bir deyim vardır ya hani… volkan gibi içinizi yakan kül eden..anlamsız gibi durup ta  çok fazla mana ifade eden. Duygusal bir metaforda dağılıp gider  yada gittiğinizi zannedersiniz ya…  
 
Öyle olmuyormuş işte. Cemal Süreyya nın dediği gibi “Gitmekle gidilmiyor ki, gitmekle gitmiş olamazsın; Gönlün kalır, aklın kalır, anıların kalır.” 
 
İnsan karakteri üzerinde isimlerin tecellisine dair bir rivayetten hareketle olsa gerek geçen haftalarda Necmeddin (Dinin Yıldızı) Kuyucu kardeşimiz ismi ile müsemma bir şekilde eğitim camiasının bir yıldızı olarak aradan ebediyete kayıp gitti.
 
Giderken bir kuş kadar hafif bir yıldız kadar hızlıydı ama bize bıraktıkları sorular bir o kadar ağır ve bir o kadar da anlaşılmazdı.
 
Hayatını kaybeden kim?
Bir Cana  kasteden kim?
Hayatın son bulduğu mekan neresi?
Neden? 
Niçin ?
Niye? 
Bu son mu ? 
Bu kadar ucuz mu?
Daha ne kadar kan damlayacak kalem tutması gereken ellerden ? Daha kaç yıldızımız kayacak göklerden ?
 
Mahşeri bir kalabalık  ve hüzne asılı kalan duygular. Boğazlarda düğümlenen hıçkırıkların “Helal Olsun” nidalarında yankılanan orantısız helalleşme.
 
Peki Necmeddin hoca bize hakkını helal etti mi? Nisan ayının eşiğinde baharın  insanlara kucak açtığı ve toprağın içindekileri insanlığa tüm tonlarıyla ikram etmeye başladığı bir arifede Necmeddin hocayı bağrına basan toprak  bunun en mahrem şahidi  belki de…bilemiyorum
 
Geride kalan üç yetim ve bir eş…
 
Anne ve baba ise acının başka bir çehresi…Sessiz çığlıklar başka bir ana ve başka bir mekana tahsis edilmişçesine donmuş sanki…Üç beş beylik laf ın ve kurgulanmış hamaset dolu cümlelerin ardından kendi kaderiyle baş başa kalmışlığın hazin öyküsü…
 
Hayat devam ediyor diyenleri duyuyor gibiyim… Hayatın devam ettiği endişelendiriyor ya işte beni. Devam eden hayatın hangi koridorunda hangi eğitimcimiz bir pusuya düşecek ve biz yine aynı filmleri tekrar tekrar izlemek zorunda kalacağız .Biz ne ara bu hale geldik diyecek gibi oluyorum bazen…oluyorum işte sadece ötesine geçemiyorum. Nefes alamıyorum…
 
Acaba nerede yanlışlık yapıyoruz.?
 
Acaba yanlış sorulara mı doğru cevaplar arıyoruz. Yada Nasreddin 
 
Hocanın dediği gibi yüzüğü yanlış yerlerde mi arıyoruz.? Kutsanan bir pedagojinin peşinde mi halen nefessiz kalmaya devam ediyoruz?. Zorunlu Eğitim tekrar gözden geçirilmelidir. Hiçbir eğitim paydaşı es geçilmeden artık değer mekanizmaları harekete geçirilmelidir. Alan hakimiyeti sağlanamayan hiçbir kurumda sorunsuz eğitim yapamazsınız  ancak zorunlu eğitim yaparsınız. Kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlar bazılarının en değerlisini alıp götürüyorlar. Sonra atılan birkaç slogan ve bir düzüne kınamalar…Oysa ateş her zaman ki gibi düştüğü yeri yakmaya devam etmektedir.
 
Önüne gelenin posta koyduğu eğitim çalışanlarına söylemle değil eylemle sahip çıkma iradesi artık ortaya konulmalıdır. Her geçen gün saygınlığını yitiren bir camia olarak bir araya gelmek için ilkel kabileler gibi kurban vermek zorunda mıyız.? Kadim medeniyetimizin eğitime ve eğitimciye verdiği değer eğer bu gün hiçbir anlam ifade etmiyorsa ve bunun pratik karşılığını topluma yansıtamıyorsak ülkemizin diğer alanlarda terakkisi yapay olmaktan öteye geçemez. Acilen eğitim ve eğitimciye hak ettiği değer yüklemesini yapamazsak kazanımlarımız tecrübelerimiz ve değerlerimiz vasıfız insanların paranoyak hezeyanları ile heba olacaktır. 
 
Sayın Milli Eğitim Bakanımız  Ziya Selçuk  Beyin artık bu konuya ciddi anlamda eğilmesini bekliyoruz. Bir Eğitimci olarak sadece canımız yandığında değil her zaman değerli olduğumuzun hissettirilmesini talep ediyoruz. Bu bizim en doğal ve en meşru hakkımızdır.
 
Adanmışlık ruhuyla mesleğini icra etmeye çalışan eğitimciler açık çek haline getirilmiş veli ve öğrenciler nezdinde daha fazla  itibarsızlaştırılmamalıdır. Umut devşirdiğimiz bakanımızdan artık umutlarımızı yeşertecek kalıcı çözümler üretmesini bekliyoruz. Eğitimcilerimizin beklentileri kesinlikle vakumlaştırılma-malıdır. Alanda sıkıntılara canları pahasına göğüs geren, sorunlarla yüz yüze kalan öğretmen ve idarecilerimizin beylik lafların ötesinde somut bir takım yetkilerle desteklenmeleri gerekir. Gittikçe irtifa kaybeden öğretmen-veli-öğrenci ilişkileri bir sarmal halinde sorunları daha da çözülmez hale getirmektedir. Klasik bürokrat refleksleriyle alan empatisi kurmaktan uzak yaklaşımlar doğal bir tampon bölge oluşturduğundan maalesef mesafe alamıyor ve eğitimin taşıyıcı kolonlarıyla oynuyoruz. Değer üretmek yerine gittikçe değer kaybediyoruz. Eğitim dilimizle ekran dilimiz arasında ciddi uçurumlar var. Ekranlara sürülen rol modellerin okullarda verilenden çok çok daha etkili olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz. Reyting uğruna ölçüsüz yayınların tahribatı inanın bir atom bombasından farksız. Bizim gördüğümüzü kuşkusuz ki büyüklerimizde görüyor. Nitekim Sayın Milli Eğitim Bakanımız ilk göreve başladığında bakan değil gören olacağız derken ne kadar da heyecanlanmıştık değil mi?
 
Umutlarımız  tükenmedi  tabikide. Yaşamak ve yaşatmak için geleceğimizi şekillendirme noktasında pes etmeyeceğiz. Heyecanımızı yitirmeyeceğiz. Ama doğru cevap almak için yanlış soru sormayacağız Bu vesile ile bir süre önce eğitime şehit verdiğimiz kıymetli dostum Şehit Öğretmen Necmettin Kuyucu kardeşime Allah tan rahmet kederli ailesine sabırlar diliyorum. Başımız sağ olsun.
Selam ve dua ile...
 
Musa KARTAL