İstiklâl Savaşı zaferle sona ermiş; vatan ve mil­let kurtulmuştu. Bazıları sanıyordu ki Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ön­derlik rolü artık bitmiştir. Hâlbuki onun kalbinde Türk milletinin asırlardan beri şifa bulmayan yara­ları kanıyordu; anavatandan düşmanı kovmakla her şey tamam olmuyordu, o tekrar gelebilirdi. Bunun önüne geçmek için kökleri içimizde olan sebepleri de yok etmek lâzımdı.

Gazi en büyük derdin halkın cahilliği olduğunu görüyor, onun kafasını aydınla­tınca hızla yükseleceğini biliyordu.

O sırada arkadaşlarından biri sordu:

İşte memleketi kurtardınız. Şimdi ne yapmak istersiniz?

Millî Eğitim Bakanı olarak, millî kültürü yükseltmeye çalışmak en büyük emelimdir.”

Bir akşam, sofrasında sık sık misafir ettiği Behçet Kemal’e dönerek:

Sen çabuk şiir yazarsın, şu içerideki odaya çekil, bende hangi nitelikleri görüyorsan hepsini anlatan bir şiir yaz" emrini verdi.

Behçet, hemen içeri odaya geçti; aradan yarım saat geçti geçmedi bir büyük manzume ile döndü.

Atatürk;

Behçet olmamış’ dedi. "Benim asıl bir niteliğim var ki onu hiç yazmamışsın'. Hepimiz şaşırmıştık. Bu yazılmayan niteliği ne olabilirdi?

Atatürk, bizi fazla bekletmedi ve;

Benim asıl niteliğim', dedi, 'Öğretmenliğimdir. Ben milletimin öğretmeniyim, bunu yazmamışsın.’ Bir öğretmen olarak ve öğretmenin misyonuna inanmış birisi olarak heyecandan ve gururdan ağlayasım geldi. İmkân olsaydı ellerine kapanmak isterdim. Öğretmene böyle bir yüce saygıyı en yüce bir ağızdan işitiyordum. Gerçek de bu idi.

 Ahmet Gürel / Atatürk Araştırmacısı

Kaynak: Cumhuriyet Ege