Bir gün bir ilkokulda küçük bir kız öğrenciye öğretmeni tarafından şu soru sorulur: 2 artı 2 kaç eder? Öğrenci bu soruyu “8” olarak cevaplar. Yanlış cevapladığı, şimdiye kadar böyle basit bir sorunun cevabını öğrenmiş olması gerektiği kendisine söylenir. “Pekala” der çocuk. Ve şunları söyler: Neleri toplamam gerektiğini söylemediniz, bu yüzeden ben de ikizleri topladığınıza karar verdim ve 2 ikiz artı 2 ikiz 8 eder diye düşündüm…
 
Yaratıcı değil de ukala olarak değerlendirilen çocuk, kendince düşünmenin, başkalarının beklediği gibi davranmak kadar ödüllendirilmediğini şimdiye kadar öğrenmiştir belki de…

Bu yazımızda OECD sıralamasında 34 ülke arasından eğitimde sonuncu olmanın incelenmesinin ikinci yazısında, öğrenci ve öğretmenlerin eğitime başlamadan nerede durduğunu, kişisel bir bakış açısıyla ortaya koyacağız.

Gayretin zekadan önemli olduğuna dair bir araştırma yapılır. Amerikalı çocuklar ile Japon çocuklar arasında belirli ölçekli sınavlar yapılır. 6 yaşından 9 yaşına kadar, Amerikalı çocuklar ile Japon çocuklar aynı başarı yani aynı zeka düzeyini gösteriyorlar. Zaten bir ırkın, öbüründen daha az veya daha çok zeki olduğu öne sürülemez. 9 yaşından itibaren sınavlarda Japon çocuklar Amerikalı akranlarını geçmeye başlar. Tabi burada hemen seslendireceğimiz sözler, almış oldukları eğitimin kalitesinden dolayı böyledir olacaktır…

Öğrencilerin okula hazır bulunuşlu olmaları, algılarının eğitime dönük bir düzlemde yer alması, öğrenmeye merak ve istek eğitim ve öğretimde belki de en başta gelen konulardır. Öğrencinin okula gelmeden önce, aile içinde yaşadıkları, yapıp ettikleri, vaktini nasıl değerlendirdiği, okul hazır bulunuşluluğunda en önemli faktörlerdir. Çocuğun, doğuştan getirdiği ya da genellikle söylenen haliyle; genlerinin, alacağı eğitimde etkisini yok sayamayız. Ancak burada çok fazla da önemi olmayan bir kanaat içindeyim. Çünkü genetik kodlarımızın dışında, doğal eğilimlerimiz, büyüklerimizin yönlendirmesi, çevresel faktörler, psikolojik etkenler bizi belirler. O zaman eğitim ile neyin içini dolduracağımızı pek tabi ki, hepimiz biliyoruz.

Çocuğun iç dünyasında olan biteni, veya karşılaştığı olayların onda bıraktığı etkiyi bilmeden onu anlayamaz, yardımcı olamayız. Genel anlamda algısını veya zihin merdiveninin ne boyutta olduğunu bilmeliyiz. Bu bazen aşağıdaki anekdotta geçen yaklaşım kadar zayıf olabilir.

Bir çocuk sürekli kafasını kaşıyormuş. Bir gün babası ona “Oğlum neden sürekli kafanı kaşıyorsun?”  Diye sormuş. Çocuk yanıtlamış: Hımm galiba kafamın kaşındığını benden başka bilen yok…
Öğretmenlerin öğrenciye yaklaşımı, öğretmenin psikolojisi boyutunda olunca, eğitimde en önemli çıkmazlardan birine girmişiz demektir. Her ne kadar üniversite eğitiminin önemli olduğunu kabul etsek dahi, öğretmenin mesleğini icra ederken, mesleğini algılaması, bunun önemini idrak etmesi, kişisel gelişime vereceği önem, onun “ÖĞRETMEN” olmasında okul hazır bulunuşluluğu ile ilgili etkenlerdir.Öğretmenin mesleğinde ilerlemesinde, yılların geçmesi ile adlandıracağı adın tecrübe adıyla kalmaması,  “DENEYİM” olarak tecrübenin sıkı bir şekilde işlenmesi gerekir. Bu farkı yine öğretmenin kendisi algılayacaktır…

Hiçbir insan yoktur ki, mesleğini iyi yapma kapasitesinden mahrum olsun. En adaletli verilen nimet akıldır.Meslek aklın yürüdüğü yoldur. Öğretmenin mesleğinde isteksiz olması veya tembel davranması, aslında kendine gösterdiği saygının bir sonucudur. Burada kendi mesleğimize dair oluşturabileceğimiz mazeretlerin sonu gelmeyebilir. Ancak özeleştiri yaparken, kendimizle olan yüzleşmemiz bizim meslekte ilerlememiz için, yeni ufuklar açacaktır.

Alman eğitimci Rustau asistanı Erol Güngör ile Beyazıt meydanından geçerken sormuş. “Erol etrafta 6-8 yaşlarında gözlerinden zeka fışkıran çocuklar görüyorum, bu zeki çocukları okullarınızda nasıl aptal hale getirdiğinizin sırrını bir türlü çözemiyorum. Sahi bu zeki çocukları okullarınızda nasıl aptal hale getirebiliyorsunuz? 

Rustau’nun sorusunun, pek tabiki doğrudan öğretmenleri ilgilendiren bir yönü yok. Cevap belki de en başta gizli. Türkiye’deki okulların sayısı, Almanya’daki okulların sayısının yarısı kadar olunca, sonuç böyle çıkıyor deme hakkı var öğretmenin…

Konuyu açmakta mümkün, farklı yaklaşımlar içine girerek genişletmekte. Ancak düşündüğümüz zaman, ülkemizdeki eğitimin sonunculuktan kurtulması noktasında, anafikri algılamamız gerektiği kanaatindeyim…

Olayın yazdıklarım kadar basit olmadığını söyleyen arkadaşlarım olabilir.Ama başta da dediğim gibi, kişisel bir bakış açısı ile ele alınmış bir köşe yazısıdır bu. Eğitimde sonunculuğa yerleşmenin ayrıntısında öğrenci ve öğretmen tarafına bir mercek tutma çalışması da sayılabilir.
Pazartesi 10 Kasım. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ölümünün 66. Yılında anacağız. Şu sözleri söylemişti Ata,

“Geleceğin güvencesi sağlam temellere dayalı bir eğitime, eğitim ise öğretmene dayalıdır.”

maligezici@aes.org.tr