Soma felaketinin üzerinden yaklaşık bir hafta geçmişken, ellerimiz titreyerek kaleme aldığımız bu yazımızda; yüreğimizin bir yerlerinde veya aklımızın bir köşesinde duran ve biz bunları biliyoruz(da)  dediğimiz sözcükleri hatırlamaya çalışalım…

Acı, üzüntü, sabır, önyargı, ideoloji, bakış açısı veya sorumluluk sözcükleri ile haşır neşir bir toplumuz.Zaman olur ki; bu sözcüklerin zihnimizde nereye oturacağını, ne kadar anlamını bulacağını tam olarak algılayamayız. 

Bilgi ile oluşturmadığımız bir zihin merdiveni ve düşünmeye ortak etmediğimiz yüreğimiz ile, akıl yürütme ile açıklamaya çalıştığımız olaylar tüm gerçekliği ile karşımızda dururken, anlamaya çalışırız  nedenleri ve nasılları…

Anlamaya çalışırız, ancak sağduyulu ve mantıklı olanı seçmekte de zorlanırız nedenlerin ve nasılların üzerinde dururken…

Yukarıda saydığımız sözcüklerden, anlamına en az ulaştığımız bir sözcük olan sorumluluk sözcüğü ile ilgili bir hikaye anlatalım…

Hayatın anlamını bulmaya çalışan bir adam, tüm varını yoğunu sattıktan sonra, yollara düşer. Sorar yoluna çıkan herkese. Hayatın anlamını arıyorum. Nedir hayatın anlamı? Biz ne desek boş der insanlar. Senin bu sorunun cevabını dağdaki bilge verir… Adam kafaya koymuştur. Bulacaktır hayatın anlamını…Yollar, denizler aşar, dağlar  tırmanır… Binlerce kilometre sonra meşhur dağa ulaşır. Bilgeyi bulur. Bitkin, perişan bir halde bilgenin eteğinden tutar. Söyle bana, hayatın anlamı nedir? der. Bilge seni buraya kadar getiren, bilgiye ulaşma sorumluluğundur der.Bilge, adamın anlamsız bakışını süzdükten sonra devam eder.Cevabı verir… “SORUMLULUK” dedikten sonra sözlerini şöyle sürdürür…
 
Eğitimde çocukların birbirine karşı sorumluluğunu; yarıştırarak başarıyı yüceltmeyle yok ettiler…
Adalette insanların birbirine karşı hak sorumluluğunu; insan ayırmayla yok ettiler…
Yönetimde düzen sağlama sorumluluğunu; ehliyetsiz kişilere işi teslim ederek yok ettiler…
Ve yaşatma sorumluluğunu; paraya tamah ederek yok ettiler…
 
İnsanlar meydana gelen acı olayların sorumsuzluğundan yola çıkarak, başta söylediğimiz, bilgiden noksan, akıl yürütmelerle, politik algı oyunlarıyla, olaylara bakmamalı.
 
İnsan bir tek kendisini kandırır ki; söylediği sözlerin, yaptığı hareketlerin, yürekten ve akıldan eksik bakış açılarının, sorumsuzluğunu daha fazla gün yüzüne çıkartmaktadır…
 
Şapkasını önüne koyarak düşünmeyen bu toplumda, resim kaosu gösterirken ve ders alınmadan sorumluluktan uzaklaştıran kaderci anlayışla, insanın değerinin sağlanamayacağı bir gerçektir…
 
Bu toplumda insana değer sorumluluğunu azaltan siyaseti ele alış biçimi değişmeden, bilgi ve eğitim olmadan, vicdan ve akıl sahibi olunamayacağı anlaşılmalıdır…
 
İdrak edilmelidir ki, karşı çıkılsa da doğru doğrudur. Taraf olunsa da yanlış yanlıştır. Akıl sahibi bir marangoz pekala bir masayı dengeli, duracak halde, üç ayaklı yapabilir. Ama  masayı  dört ayakla yapar. Tedbir olsun, yıkılmasın diye…
 
Yazılanlar teorik görülebilir. Zaten pratiğe geçirilmeyen bütün düşünceler teorik değil midir? Uygulanması için “insan sorumluluğu” gerekir…
 
Sendikalar, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, hükümet yetkilileri…
 
İnsanlar üzerinde sorumluluğunuz büyük…
 
Bu ülkede gündemi sürekli işgal eden, ülkeyi siyasi tahakküm altına alma sorumluluğu(!) kadar, insanının canı için, “denetim” gibi bir sorumluluğunuz olduğunu unutmayın…
 
İş yapmanın yap kısmının atlanması, siyasetin dar bakış açısıyla ele alınması,  bütün üzerinde insan odaklı bir sorumluluk anlayışından uzaklaştırmaktadır. Bu bir algılama problemidir...
 
Acısını yüreğine gömen bu toplum için, daha bilinçli, daha büyük bir sorumlulukla çalışılmalı ki;  yeni acılarla karşılaşılmasın…
 
Ateş düştüğü yeri yakıyor yakmasına da, bu ateşi düşürmemek ne yazık ki vicdan muhasebenizde gizli…
 
İnsanımız için, duyarlı bakış açıları dileği ile…  
 
maligezici@aes.org.tr