Düzce’de 27 yıl önce öğretmenliğe başladığım Karakaş Köyü’ne iki yıl önce uğradım. Melen Suyu ile beraber kilometrelerce gittikten sonra virajlı yollardan dolayı midesi ağzına gelmek üzere olan kızımın rahatlaması için durdum. 21 yılın ardından Halit abiyle beraber ellerimize çorap giyerek balık avladığımız yerlere geldiğimizi gördüm. Halit abinin karısı Firdevs Ciye, kuzineli sobada mısır unuyla nasılda güzel pişirirdi derede tuttuğumuz balıkları.

Düzce depreminden dolayı dere yatağı değişmiş, yol yeniden yapılmış ama hiçbir şey yabancılaşmamıştı. Köye ulaşmak için artık son yokuşu tırmanıyor araba. Dayan kızım az kaldı. Bu yokuşu hiç unutmam. Aralık ayı, akşam üstü. Çok kar yağıyordu. Ben bu kadar kar, ne Niğde’de ne de altı yıl okuduğum İvriz Öğretmen Lisesi’nde görmedim.

Mustafa abinin kırmızı minibüsü rampada kaldı. Minibüsü çekmek için getirdikleri dombayın bir traktör markası olmadığını, bildiğimiz manda olduğunu o dakika öğrendim. Bir de arabayı iterken arka tekerin karşısında durmamam gerektiğini.

Köy bomboş. Herkes fındık bahçelerinde çalışmaya gitmiş. Öyle ya, işlerin yoğun olduğu zaman. Hava kararmadan da kimse gelmez. Akşam köy meydanında yaşayacağım o muhteşem kavuşma öncesi sessizlikmiş meğer bu dingin hava. Gençten, sakallı bir adam yüzünde kocaman bir gülümseme, gözlerde ışıltı. Aman tanrım, yok artık! Benim küçük Emrullahım mı bu adam? Elimi öpmek için uzandı. İzin vermedim. Daha kimseye öptürmedim. İmam olmuş, izindeymiş.10 günlük izninde baba evine gelmiş. Eve gittik, küçük bir oğlanı kapıp kucağıma verdi yüzü kızararak.

”Oğlum Samet, hocam” dedi,”Torununuz sayılır.”

Dünyalar hanımefendisi eşiyle bizi ağırladılar. Hocam dedi, “hatırlar mısınız, ödevimi yapmamıştım, bana kızmıştınız, ben de size küsmüştüm. Bir ders sonra beni kucaklayıp kendi masanıza oturtmuş, boynunuzdaki kravatı çıkarıp benim boynuma takmış ve şimdi öğretmen sen oldun, ‘haydi sen de bana kız ödeşelim’ demiştiniz.”

Çok ve çabuk değişir Anadolu çocuğu

Kolay değildir öğretmenlik. Dünyanın en ciddi işini, dünyanın en iyi şovmeni gibi icra etmeniz gerekir. Gülerek, eğlenerek, şakalaşarak yapmak gerekir. Yoksa okul, o küçücük omuzlara yüklenmiş onca yükün içinde bir başka yüke dönüşüverir. Gerçek dünyanın içinde yaşayarak yaptığınız, ders kitaplarında yazanın dışına çıktığınız bir meslektir Anadolu’da öğretmenlik. Hafta sonu ormanda kaçak odun kesmeye gitmiş çocuğa pazartesi günü orman sevgisini, ağaç sevgisini anlatıp, bu açmazı öğrencinin, “Ben babama, dediğiniz gibi kötü, eğri, kurumuş ağaçları kestirdim öğretmenim” açıklamasıyla çözebilmektir öğretmenlik.

Çok ve çabuk değişir Anadolu çocuğu. Aniden gelişir, gürbüzleşir. Yıllar sonra karşılaştığınız zaman en son bıraktığınız halinden eser bulamazsınız. Onun için her gün, her ders gözlerinin ta içine bakmak gerek. Orada en dipte bir pırıltı vardır, hiçbirininki birbirine benzemez. Yıllar sonra o pırıltıdan tanırsınız imam Emrullah’ı, Öğretmen Serdar’ı Ayşegül’ü ,Seher’i, Fatma’yı, Sakine’yi, Sevgi’yi, uzman çavuş Hacı Emin’i, o kalabalıkta sizi fark edip arkanızdan sarılıveren Bayram’ı.

Onlardan biri olduğunuzu bilmeli, yakınlık duymalı size çocuklar. Yoksa sizin yanınızda rahat olmaz, hata yaparım diye tedirgin durur. Çocuk yanımızda hata yapmazsa, biz öğretmenler nasıl düzelteceğiz farkında bile olmadığımız hataları o zaman. Eğitim dediğimiz ayak sakat kalır. Sizinle annesiyle konuşur gibi, arkadaşıyla konuşur gibi iletişim kurmalı ki gerçek çocuğu görebilesiniz. Yoksa size asla kendini belli etmez. Yıllarca tanıdım sanırsınız. Kendiniz için, “Bugün tam bir salağım” dediğiniz zaman Efe’nin Özge’nin kulağına eğilip, “sonunda itiraf etti ”esprisine gücenmeden, alınmadan Özge kadar, Rabiş kadar gülmelisiniz ki Efe kendisini size açmaktan korkmasın. Yoksa hayata zaten 1-0 geriden başlayan Anadolu çocuğunu kendi ceza alanı içine hapsedersiniz. Ömür boyu savunmada kalır skoru koruma çabası içinde.         

Orada, Anadolu’da bizi bekleyen, bizi sevmeye hazır, hayatlarına büyülü bir dokunuş için yolumuzu gözleyen binlerce çocuk var. Onlar öğretmen beklerken, hayal kırıklığı olmamak lazım.

Hürriyet