Ülkemizde 28 Temmuz da Antalya’nın Manavgat ilçesinde başlayan orman yangınları hala bütünüyle kontrol altına alınamamış olsa da güzel haberler gelmeye başladı. Birçok noktada söndürülen ve soğutma işlemlerinin sürdüğü yangın alanlarında yağışlarında başlamasıyla hepimizde umutlar yeşerdi. Yine büyük bir felaket ve yine hazırlıksız yakandık.

Hâlbuki bunca yeşil alana ve ormana sahipken, üç tarafımız denizlerle çevrili yarım ada bir ülkeyken bu bir çoklarımızın öngörebileceği ve rahatlıkla müdahale edebileceği bir durum olmalıydı. Olası büyük bir yangın anında bu alanlarda nasıl hareket edileceği ve ne yapılacağı, yapılamayacağı hiçbirimizin mi aklına gelmedi? Bize bu ağaçların yanmayacağına, yakılamayacağına kim inandırdı da hiçbir önlem ve tedbir almadık? Neden korumadık, koruyamadık övündüğümüz yeşil cennet vatanımızı?  Nasıl bir ihmalin sonudur bu felaketler? Yok olan alanların, canların büyüklüğü karşısında isyan etmemek elde değil. Tekrar tekrar aynı hataları bile bile yapmak, tedbir almamak, öngörememek bu cennet vatanı ne hale getirdi.  Bir kez daha her şeyi yapması gerekenlere değil de alevlere karşı fedakârca direnen kahraman insanımıza borçluyuz. Bunca felakete karşı yılmadan usanmadan mücadele eden kahraman milletimize. Evi yanarken ağaçları söndürmeye çalışan, “Elimizden geleni yaptık” diyen bu kahramanlara bizde diyebilmeliyiz ki “Evet sizler elinizden geleni yaptınız. Şimdi sıra bizde.” Toplumun her kademesi, hangi meslekten olursa olsun kendine, kendimize sormalıyız. Biz ne yaptık? Ne yapmadık? Şimdi ne yapmalıyız?

Esnaf olanımız sormalı kendine; yangın esnasında gerekli olan malzemeler üzerinden kâr etme derdine düşüp zam üstüne zam mı yaptım yoksa asıl kazancım yangın alanlarına bunları en kısa zamanda ulaştırmak mıdır dedim?  Yangınlar devam ederken söndürmek yerine bundan nasıl reklamımı yaparımın derdine mi düştüm yoksa gönüllü müydüm bu mücadelede?   Ya da ihmalkârlığıma rağmen bunu kabullenemeyip birilerini suçlama telaşında mıydım? Neredeydik bu yangında ve şimdi ne yapabiliriz? Soralım bunu kendimize.   

Tüm ülke tek bir yürek olup yanan yerleri tekrardan yeşertmeye ve takipçisi olmaya karar vermişken bundan geri kalmamalı, bu acıların tekrardan yaşanmaması içinde daha kalıcı adımlar atmalıyız. Bu sefer farklı, kalıcı bir şeyler yapabilmeliyiz. Bir daha olmazı yok bunun, seneye elimizde kalan bir avuç yeşil alanı da kaybetmeden kalıcı bir şeyler yapılmalı. Bu şekilde önlem ve tedbir almayarak birilerinin tezgâhına gelip ekmeğine bal sürmüyor muyuz sorarım size. Dostumuz çok az, düşmanımızsa haddinden fazla. Öyle gözü dönmüş düşmanlar ki kendi hırsları için en masum şeylere saldırabiliyorlar. Peki, bunu yapanlara müsaade edenler, önleyemeyenler, gerekli tedbirleri alamayanlar onlardan daha mı masum? Bunun cevabını da siz verin.     

Bizlerde eğitimciler olarak yetişen kuşakları bu bilinçle yetiştirmeliyiz. Küçük yaşta doğa sevgisini ve önemini aşılayabilmeliyiz. Daha kalıcı ve sistemli bir şekilde yapmalıyız bunu. Teorikte bırakmadan uygulayarak en temelden vermeliyiz. Yangınlardan birine küçük çocukların sebep olmuş olabileceği ihtimali bizlere bu konuda okullarda yapılması gereken daha çok işimizin olduğunu söylemiyor mu? Özellikle yangından sonra alanlardaki çöp ve cam şişe yığınları çevreyi korumayı bilmediğimizin ve öğrenemediğimizin en büyük kanıtı değil mi. Eğitim müfredatlımızda bu kazanımlara daha fazla yer vermeliyiz. “Doğal Yaşam” dersi adı altında, doğanın önemi, doğada yaşam, çevre bilinci, çevre temizliği ve korunması gibi kazanımları daha etkili kazandırabileceğimiz uygulamalar ve etkinlikler yapmalıyız. Ağaç ekmeli, hayvanları beslemeli, çevreyi temizlemeli, doğayı tanımalı, tanıtmalıyız. Belli zamanlarda yapılan, yapılmaya çalışılan fidan ekim etkinlikleri bu ihtiyaçlara cevap vermekte çok çok yetersiz. Her okulun neden yeşerttiği, koruduğu, takip ettiği, zaman zaman öğrencileri ile gittiği bir ormanı, yeşil alanı, ya da küçük de olsa sevip bakabileceği hayvanları yok. İnanın okullarımızdaki spor sahaları kadar gerekli ve elzem bir şey. Biz öğretmenlerde bulunduğumuz çevrede ağaçların, hayvanların koruyucusu ve takipçisi olabilmeliyiz. Bizler bunu yaparsak yetiştirdiğimiz öğrencilerde bunu yapacak, bu bilinçle yetişeceklerdir. Karşımıza bizi durdurmaya çalışacak, çok ileri gittiğimizi söyleyen, türlü düzenek ve tezgâhla önümüzü kesmeye çalışan her kademeden liyakatsiz insanlar çıkmayacak mıdır? Elbette, fazlasıyla kapıda bekliyorlar onu da söyleyelim. Ama birimiz, birilerimiz bunun mücadelesini vermeli ki ormanlarımızda, okullarımızda ağaçlar yakılmasın, kesilmesin hep yeşil, yemyeşil kalsın. Çünkü sizin diktiğiniz, koruduğunuz ağaçlarla gelecek kuşaklarda yeşerecek.

ÖMER DİNLER
guncelegitim.com