Artık bitmekte olan yaz tatilindeyiz. Sayılı günler sonra okullar açılacak. Gezmeyi seven biri olarak yaz tatilinde birçok yeri ziyaret etme fırsatım oldu. Bu gezilerimde gazeteci kimliğimin nedeniyle insanlarla sohbet etmeyi hep önemsedim. Bu sohbetlerde ülke gündemine, insanımızın özelliklerine dair bilgi sahibi oldum. Özellikle ülke gündeminde olan ve birçok insanın savunduğu fikirlerin bir gün içinde değiştiği Feto konusunda çok değişik öyküler dinledim. Bunlardan birini sizlere de aktarmaya çalışacağım.

5 yıl önce büyük bir kentte malum olimpiyatlar yapılır. Bu olimpiyatlar o kadar önemlidir ki çevresindeki bütün kentler buraya katılmak ister. Bunun için sadece o kentte değil, çevre kentte de katılım organizasyonları yapılır. Özellikle eğitim camiası yöneticileri buna çok büyük önem verir. Daha çok izleyici getirebilmek için birbirleri ile adeta yarışırlar. Bu yöneticilerden birisi sorumlu olduğu kentte komisyon kurar. Komisyon bütün sorumluluk alanındaki kurumlara görev verir. Her kurumun kendi ölçeğinde katılım sağlanması istenir. Bunun için planlamalar yapılır, sayılar ve katılım günleri belirlenir. Ancak ulaşım sorunu maliyeti vardır. Birde okul gezilerinde istenen gezi prosedürü ne hikmetse bu etkinliğe katılımda istenmez. Maddi sorunlar yerel kaynaklarla çözülsün istenir.

Küçük kurumların yeterli maddi kaynağının olmaması nedeniyle katılımı sağlayamayacağı üstlere bildirildiğinde tehditlerle karşılaşılır. Yani; “ne yapın edin, olimpiyatlara katılın”, denilir. Durum böyle olunca küçük kurumlar yalvar yakar bir şekilde uygun olmayan araçlarla olimpiyatlara katılırlar. Bereket versin yollarda kaza bela olmaz da kimsenin başı ağrımaz.  

O günlerde malum olimpiyatlar için canını dişine takan yöneticiler aynı zamanda malum organizasyonun yayın organlarının alımı konusunda zorlayıcı olmaktan da çekinmezler. Gazete, dergi, kitap, vs. Zorla aldırılıp, zorla okutturulur. Ayrıca dershaneye yönlendirme, yurtlara yönlendirmede aynı yolu hep izlerler. Görevleri ile kel alaka.

Gün olup devran dönünce malum organizasyonun karşısında en önde yine bu kişiler dururlar. Düne kadar savundukları fikirleri inkâr edip saf değiştirirlar. Demokrasi nöbetlerinde hep en öndeler. Siyasilerin yanında fotoğraf çektirmeler, küfürlü mesajlar yayınlamalar, lanet okumalar ve en ateşli karşı duruşçular yine onlar. Tam bir kel alaka.

Anlatılan böyle. Kıssadan hisse. Ey koltuk, sen nelere kadirsin. Bu belanın milletin başına sarılmasında sizler hep en önde değil miydiniz? Bu organizasyonun kötü olduğunu söyleyenlere neler yapmadınız ki? Demokrasiyi savunacaksan her zaman savunacaksın. Koltuk için düşünceni satmayacaksın, en yakınını ihbar etmeyeceksin, dostuna sahip çıkacaksın. Yoksa tarih sizi gelmiş geçmiş en büyük dönekler diye yazacaktır. Bu hikaye benzeri hikayelerin birçok yerde yaşandığına inanıyorum.

İnsanlarla yüz yüze konuşarak her sorunu halledebilirsin; ama bazı insanlar gelir önüne, hangi yüzüne konuşacağını bilemezsin. (Pablo Neruda)