94 yılının şubat ayıydı, ilden ilçeye giden dolmuş beni köyün yol ayrımında bırakmıştı. Köye bir araç giderse el kaldırıp binecektim. Dolmuşçu ayrıca beni tembihlemişti, -Antepli, buradan köye giden araba olursa el kaldır seni alırlar, demişti. Hava soğuktu üşümemek için olduğum yerde hareket ediyordum. Yaklaşık 20 dakika bekledikten sonra eski model bir taksi, köy yoluna dönünce bende heyecanla hemen el kaldırdım. Otomobilde üç kişi vardı, valizi bagaja yerleştirip arka koltuğa binmiştim. Hemen tanışma faslı başladı, gideceğim köyden daha ilerideki köye gidiyorlarmış. Bana dönerek -Demek öğretmen olarak atandın ha, hayırlı olsun hocam seni okulun önünde bırakırız, dediler. Yaklaşık 10 dakika gibi bir yolculuktan sonra araba köy okulunun önünde durdu. Aşağı indim, bagajdan valizimi aldım ve araba hareket ederken ben etrafı seyre daldım. Mevsim kış ve kar her tarafı adeta bir gelinlik gibi, bembeyaz bir örtüye bürümüştü. Üzerimde kalın siyah pardösü, yine kırmızı çizgili siyah bir atkı vardı. Hava soğuktu atkıyı boynuma biraz daha iyi sararak üşümemeye çalıştım. Doğa tüm güzelliğini insanoğluna adeta sunuyordu. Hani derler ya tam kartpostallık bir resim, aynen öyle. Bolu’ya tayinimin çıktığını duyan birçok kişi oranın kışı sert geçer çok kar yağar, demişlerdi. Etrafımdaki doğanın bembeyaz hali beni oldukça mutlu ederken ilk görev yerimde göreve başlayacak olmanın tarifsiz ve karışık duyguları içerisindeydim. Okul bahçesini seyretmeye başlamıştım, oldukça geniş bir bahçe ve bol ağaç vardı hepsi de beyazlarla süslenmiş adeta beni karşılıyorlardı. Okul bahçesinin kapısı tahtadan yapılmış, çok tarihi ve şirin duruyordu üstelik doğal bir görüntü sağlamıştı. Yine bahçenin etrafı tahta çitlerle çevrilmişti.

Neresiydi burası? Bolu ilinin, Mengen ilçesine bağlı Kayışlar köyü. Köyün ismini unutmamam lazımdı kuşkusuz bana her zaman lazım olacak, köyün ismini hafızama kazımalıyım diye düşündüm. Ka-yış-lar köyü hım memleketimdeki köy isimlerine hiç de benzemiyordu. Bazen hafif rüzgâr esiyordu, rüzgârla birlikte bir uğultu sesi geliyordu. Uğultu sesini dinledim. Sanki bir şeyler anlatır gibi geldi bana. Acaba dedim öğretmenlikle ilgili bir şeyler mi fısıldıyor bana. Belki de bana öğretmenliği anlatmaya çalışıyordu

Sahi öğretmenlik neydi?

Gönlü çağlayan, yüreği kocaman biriydi öğretmenlik

Köy çocuklarının gözlerindeki ışıltıydı.,

Tarlaya hoyratça serpmekti tohumları.

Evet, evet incitmeden yürekleri, kocaman yüreği ile güzel bilgileri beyinlere işlemektir öğretmenlik. Ama, ama daha çok ifade etmek gerekir, öğretmenliği birkaç tarife sığdıramazdım.

Peki neydi öğretmenlik?

Önce yürekten sevmektir körpe yürekleri,

Fedakarca çalışmaktı Anadolu’nun ücra köylerinde,

Sıcaklıktır, samimiyettir, mum gibi ışıldayan nice meçhul öğretmenden biri olmaktı.

Evet, bu da çok güzel oldu. Önce sevmekle başlar. Evet, buna eminim önce yürekten sevmeliyiz o küçük yürekleri. Öğretmen sevgisiz olmaz, olamaz. Anadolu’daki nice meçhul öğretmenden biri oluyordum.

Öğretmen oluyorum. Evet sahi atandım ben. Ve bugün göreve başlıyorum. Birkaç adım daha attım tahta kapıdan içeri girdim. Evet, okulun bahçesindeydim her taraf bembeyaz karlarla kaplı, ışıl ışıl ne güzel bir bahçe.

Mum gibi, hatta Ay gibi Güneş gibi olmaktır, aydınlatmaktır,

Yol göstermektir, rehber olmaktır, gerektiğinde tutmaktır o küçük parmakları

Ağlamaktır bazen, duydukça okunan şiirleri, hissetmektir şiirleri yürekte.

Bazen şiiri okumaktır, bazen okunan şiiri dinlemektir öğretmenlik.

Haykırmaktır bazen, heyecanla, coşkuyla “Başardık” nidalarını hep beraber söylemektir öğretmenlik.

Şairliğim tuttu sanki bu anlamlı günde ve bu güzel manzara karşısında. Bahçede ağır ağır ilerliyordum, yer yer durup etrafı seyrediyordum. Sıcak iklimin hüküm sürdüğü coğrafyadan soğuk iklimin hâkim olduğu bir bölgeye gelmiştim. Mevsimler değişecek mevsimler değişmeli.

Ortaokuldan beri gözlük kullanıyordum hay aksi gözlüğümde buğulanmıştı. Soğuk havayla benim sıcak nefesimin gözlük camına yansıması ile buğulanan gözlük camını elime alarak hızlıca atkının arka yüzü ile sildim. Gözüme tekrar gözlüğümü takıp okula baktığımda,  sınıf camlarına adeta yapışırcasına beni seyreden çocukları gördüm. Demek beni camdan izliyorlardı, ne de sevimli çocuklardı. Çok oyalanmıştım biran duraksadım, artık hızlıca sınıfa mı gitmeliydim. Yoksa biraz daha mı bahçede oyalanmalıydım. Acaba yeni atanan öğretmen olduğumu biliyorlar mıydı yoksa bahçeye girdiğimi görünce meraktan mı seyrediyorlardı beni. Hem camdan bakanlar arasında bir de yetişkin kişi vardı. Belki de şu an görev yapan öğretmenleriydi. Fazla duraksamanın doğru olmayacağını düşünerek valizimi elime alıp hızlı adımlarla okula doğru ilerledim. Beni kapıda yetişkin bayan karşıladı ve hemen ayaküstü tanıştık. Okulda ücretli öğretmen olarak görev yapıyormuş ve benim göreve başlamamla birlikte farklı bir okulda görevlendirilecekmiş. Bu kısa tanışmadan sonra buyurun sizi öğrencilerle tanıştırayım dedi ve sınıfa davet etti. Teşekkür ederek kendisini takip ettim.

Evet, sınıfa girmemle birlikte çocuklar hep birlikte ayağa kalkmıştı. Hoca hanım beni öğrencilere; yeni öğretmeniniz çocuklar diye tanıtırken birçok öğrenciden de hoş geldiniz sözcüklerini duydum. Sınıf daha bir sıcaktı, öğrenciler çok ama çok sevimli ve güler yüzlüydü, aynı zamanda heyecanlıydılar, ben mi? heyecanım tarif edilemeyecek boyuttaydı. Teşekkür ederim çocuklar, sağ olun, sevgili öğrencilerim. Cümlelerini kurabildim. En çok da    –Öğretmenim, öğretmenim, öğretmenim, sözcüğünü sevmiştim.

Öğretmen olmuştum! Sınıf sımsıcak olmuştu, mevsimler değişmişti. Bundan daha sıcak mevsim mi olurdu. Öğretmenim diyen öğrencilerim var artık benim. Öğretmen oldum ben artık, mevsimler değişecek, mevsimler değişmeliydi.

Mustafa YILDIRIM
Eğitimci Yazar