İlkokul çağı çocukları oyun çağı çocuklarıdır. Eğlenmeye, hareket etmeye, gülmeye, kendilerini rahatça ifade etmeye ihtiyaçları vardır. Evet, eğitim ciddi bir iştir ancak kendi öğrencilik yıllarımıza döndüğümüzde suratlarında ciddiyet olan öğretmenlerimizi ve onların sıkıcı derslerini değil, yüreğimize dokunan, bizimle içten ve sıcak bir iletişim kuran öğretmenlerimizi ve eğlenceli sınıf ortamlarımızı, çalışmalarımızı hatırlarız.  Hayatımızın en mutlu, doğal, eğlenceli dönemidir çocukluğumuz. Yarının sağlıklı, güçlü bireyleri için onlara vereceğimiz eğitim öğretim de doğal gelişimlerine uygun olmalıdır. Gülmeliler, oynamalılar, eğlenmeliler ve eğlenirken öğrenmeliler. Kahkahalar atmaları gerekmiyor, yüzlerindeki küçücük bir gülümsemenin sebebi olduğumuzu bilmek bile bize harika duygular hissettirecektir. Gülümseyebilen, arkadaşlarıyla ve öğretmenleriyle eğlenmekten haz duyabilen, etrafına neşe saçabilen çocuklar ileride hayatın onlara yükleyeceği sorumlulukları ve görevleri yerine getirirken daha pozitif bir bakış açısına sahip olabileceklerdir. Dünyamız mutlu, huzurlu çocuklarla güzeldir ve daha da güzelleşecektir. Öğrencilerimize kendilerini güvende ve rahat hissedebilecekleri, gelişebilecekleri, öğrenirken eğlenebilecekleri ve en önemlisi çocukluklarını en doğal haliyle yaşayabilecekleri sınıf ortamları hazırlamak bizlerin en önemli görevlerindendir.

Öğretirken eğlenen bir öğretmen ve öğrenirken eğlenen bir sınıf ortamı bu kadar önemliyken bazı eğitimcilerimiz sınıflara eğlencenin girmesini pek de olumlu bulmayabiliyorlar. Pekiyi eğitimcilerimizde bu görüşü hakim kılan nedenler neler olabilir? Bir sınıf öğretmeni olarak gözlemlediğim durumları sizlerle de paylaşmak isterim.

Öğretmenlerimizin genelde yoğun müfredat programını yetiştirme telaşı ile Oyun ve Fiziki Etkinlikler, Görsel Sanatlar, Müzik ve Serbest Etkinlikler derslerini, akademik başarı için daha gerekli olduğuna inandıkları Türkçe, Matematik, Hayat Bilgisi gibi derslerin kazanımları için kullanmaları.

Öğretmenlerdeki, derslere eğlence katmanın, sınıf düzenini ve öğretmen otoritesini sarstığı yönündeki ön yargı.

Velilerin, “Çocuklar hep oyun oynuyorlar, kesme yapıştırma yapıyorlar. Ne zaman yazacaklar, öğrenecekler? “ yönündeki kaygıları ve bu kaygılarını öğretmenlerine yansıtmaları.

Oyun ve eğlence ile öğrenme esnasında sınıfın hareketlenmesinin okul idarecilerince eleştirilebileceği endişesi.

Öğretmenlerin meraklı, hayal gücü geniş, hayatın anlamını oyun ve eğlence olarak gören ilkokul çağı çocuklarıyla yakın bir iletişim kurmanın öğrenciler tarafından kolaylıkla kullanılabileceği ve öğretmen- öğrenci arasındaki mesafenin korunamayacağı yönündeki düşünceleri.

Otoriter öğretmenlerin öğrencilerinin daha başarılı olduklarına dair genel inanış biçimi ve öğretmenler arasındaki başarıya odaklı rekabet duygusu.

Eğlenmenin öğrenme ortamını hafife almaya sebep olabileceği düşüncesi.

Öğretmenlerdeki sınıf kontrolünü kaybetme endişesi.

Yukarıda sıraladığım tüm bu endişelerden ve ön yargılardan uzak olan öğretmenlerimiz, öğrencilerinin eğlenerek öğrenmelerini sağlayacak bir sınıf ortamı oluşturabilmek için bilgileri, becerileri, yetenekleri, yaratıcılıkları, kişisel merakları ölçüsünde çok farklı yöntemler, teknikler, materyaller ve etkinlikler kullanırlar. Eğlence ve mizah,  sınıf ortamında yerinde ve ölçülü olarak kullanılırsa öğretmenler ve öğrenciler için eğitim öğretim sürecine çok olumlu katkılar sağlayacaktır. Küçücük bir gülümseme, biraz ciddiyetten ve tekdüzelikten uzaklaşabilme bile öğrencilerimizin zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimlerinde büyük farklar yaratacaktır. Çocukların oyun ve eğlenme odaklı olduklarını unutmamalıyız.

Eğitimci olmanın en güzel yanı çocuklarla birlikte çocukça davranabilmek, sürekli gülen, eğlenen yüzlerle birlikte olabilmektir. Onların hayata pozitif bakan gözlerindeki ışıltının, eğlenceli dünyalarının bir parçası da bizler olalım.

 

Nilsun Yaylacı Özbilen
Guncelegitim.com