‘‘Akşam oturup saatlerce uğraşarak derslerinize hazırlık yaptınız, materyaller hazırladınız ve ertesi günün harika bir gün olacağı umuduyla uykuya daldınız. Sabah telefonun sesine uyandığınızda arayanın bir veliniz olduğunu gördünüz. Siz tüm pozitif enerjinizle günaydın derken karşınızdan aldığınız günaydın ifadesi çok gergin bir sesle size ulaştı. Çünkü veliniz bütün gece uyumayıp, çocuğu ile aynı sınıfı paylaştığı komşusunun çocuğu arasında yaşanan tartışmayı kafasında büyüterek tam bir sinir küpüne dönmüş; sizinle uzun uzun konuşarak, dönüp dolaşıp aynı konuya gelerek, içindekileri dökerek kendisini rahatlatmak istiyor. Velinizi sabırla dinleyip, rahatlatarak telefonu kapattınız. Sabah sabah enerjinizin büyük bir kısmının tüketildiğini hissediyorsunuz. Evinizle ve çocuklarınızla ilgili her günkü sorumluluklarınızı yerine getirdikten sonra hazırlanıp okulunuzun yoluna koyuluyorsunuz.

Okul kapısından gülümseyerek adım atmanızla beraber öğrencilerinizden birisi koşarak gelip, sınıf arkadaşlarından birisini ağlayarak, hatta ağlamaktan kendini ifade etmekte zorlanarak şikayet ediyor. Onu, sabırla dinleyip, sakinleştirerek öğretmenler odanıza doğru koridorda ilerliyorsunuz. Karşınızdan gelen meslektaşınızla selamlaşmak için hazırlanırken, meslektaşınız öfkeli bir tavırla, özel eğitime ihtiyacı bulunan öğrenciniz hakkında her zamanki gibi olumsuz eleştirilerde bulunmaya başlıyor. Öfkeyle size kafasını çevirip ilerleyen arkadaşınız karşısında kelimeler ağzınızda kalıyor.

Selamlaşmak ve empati kurarak anlayışlı olabilmek, bu kadar da zor olmamalı diye düşünürken enerjinizin biraz daha tükendiğini hissediyorsunuz. Yine de güzel bir gün olacağından umutlusunuz. Ders zilinin çalmasıyla büyük bir coşkuyla sınıfınıza girdiniz. Selamlaşıp, kısa bir sohbetten sonra öğrencilerinizle konunuza giriş yaptınız. Herkes ilgiyle derse katılıyor ama bir öğrenciniz çok daha ilgili. Sürekli soru soruyor, hatta konuyla pek de ilgisi olmayan sorularla konunuzu dağıtıyor. Sabırla, öğrencinizi kırmadan sorularını cevaplayıp, konuyu toparlamaya çalışıyorsunuz. Orta sıralardaki bir öğrenciniz, biraz da çekinerek parmak kaldırıp, yeni konuyu hiç anlamadığını söyleyince büyük bir sabırla tekrar anlatıyorsunuz ama öğrencinizin gözleri pek de kavramış gibi bakmıyor size. Bir kez daha açıklayarak pekiştiriyorsunuz.

Bu arada sınıfınızın kapısı çalıyor ve okul görevlisi bey okul idaresince gönderilen kağıdı imzalamanız için masanızın üzerine koyuyor. İncelediğinizde okulda yürütülecek bir çalışmada yer alacak öğretmenlerin; her zaman sorumluluklarını yerine getiren isimlerden oluştuğunu görüp; sorumluluk almamak için hep bir bahanesi olan öğretmen arkadaşlarınızı düşünerek içinizden koca bir “ya sabır” çekiyorsunuz.

Hikayem çok mu abartı geldi bilmiyorum ama zaman zaman bu olaylar zincirinden çok daha fazlasını yaşadığımız olmuyor mu? Evet diyen meslektaşlarımı duyar gibiyim. Çünkü biz öğretmeniz.

Donald D. Quınn, öğretmen olmayı anlayabilmeyi ne kadar güzel ifade etmiş; “Eğer bir doktor, bir avukat veya bir dişçinin ofisinde aynı anda kırk kişi olsa ve her birinin farklı ihtiyaçları olsa, bazıları aslında orda olmak istemese ve zorluk çıkarsa ve o doktor, avukat ya da dişçi herhangi bir yardım almadan dokuz ay boyunca aynı profesyonellikte hizmet vermeye devam etse… İşte o zaman, bir öğretmenin gününü nasıl geçirdiği hakkında bir fikir sahibi olabilir.”

Ancak görüşünde bir öğretmenin sadece öğrencileriyle olan ilişkisini göz önünde bulundurarak bizleri anlamaya çalışmış. Oysaki bizler bütün gün öğrencilerimizle birlikte velilerimizle, öğretmen arkadaşlarımızla ve okul idarecilerimizle de iletişim halindeyiz. Her gün çok farklı durumlarla karşı karşıya kalıyoruz. Aynı yukarıdaki kısa hikayede olduğu gibi.

Örneklerdeki tılsımlı kelimenin ne olduğunu fark ettiniz mi? Eminim hepiniz kolaylıkla fark ettiniz. Tabii ki SABIR. Bir öğretmenin sahip olması gereken en önemli erdemlerden birisi.

Çocuklar, Doğaları Gereği;

Son Derece Hareketlidir
Uzun süre aynı ortamda bulunmak ve dikkatini aynı konuya yoğunlaştırmak onları sıkar. Bir süre sonra ortamın düzenini bozacak davranışlarda bulunmaya başlayabilirler.
 

Çok Meraklıdır
Sürekli soru sormayı ve konuşmayı çok severler. İletişime açıktırlar. Yeter ki karşı tarafın kendisini dinleyeceğinden emin olsunlar. Siz sorunun birisini cevaplarken diğer bir soruyu soruverirler.
 

Hayal Güçleri Kuvvetlidir
Sizlere muhteşem masallar anlatıp, çeşit çeşit bahaneler sıralayabilirler. Konunuzu A noktasından alıp Z noktasına ne kadar kısa bir sürede getirdiklerine şaşırıp, kalıverebilirsiniz.
 

İlgi İsterler
İlgiyi hep kendi üzerlerinde hissetmek isterler. Bu nedenle, dikkatleri üzerine çekecek hiç beklenmedik davranışlarda bulunarak ilgiyi bir anda kendilerine çekiverebilirler.
 

Öfke Kontrolleri Zayıftır
Arkadaşlarıyla ya da öğretmenleriyle ilişkilerinde öfke kontrolünü sağlamakta zorlanabilirler.
 

Doğru-Yanlış, Fayda-Zarar İlişkisini Kuramayabilirler
Yaptıkları davranışların nelere yol açabileceğini, hangi sonuçları doğurabileceğini kestiremeyebilirler. Doğru-yanlış ya da fayda-zarar hesaplaması yapmakta zorlanabilirler. Onlardan yetişkinler gibi düşünmelerini, davranmalarını bekleyemeyiz.
 

Öğrenme Hızları Ve Şekilleri Aynı Değildir
Kimisi konuyu bir kere dinleyerek anlarken kimisi için aynı konuyu defalarca tekrar etmemiz gerekebilir. Ya da sınıfımızda öğrenme güçlüğü çeken, özel ilgi göstermemiz gereken öğrencilerimiz olabilir.
 

Kişilik Özellikleri Farklıdır
Aynı durum karşısında kimisi sakinliğini ve hoşgörüsünü korurken kimisi aceleci ve agresif bir tavır geliştirebilir. Tüm bu farklı durumlardan dolayı gün içerisinde bizleri zorda bırakan, tahammül gücümüzü sınayan, beklenmedik ya da kontrolümüz dışında birçok olayla karşılaşabiliriz. Wiet Van Broeckhoven, “Çocuklardan çok şey öğrenebilirsiniz. Örneğin sabrınızın sınırını” derken sabrın öncelikle biz yetişkinlere düştüğünü ifade etmek istemiş galiba.

Sabırlı olmak, çoğu zaman zordur ve insanın hem aklını hem yüreğini yorabilir. “Sabırlı ol‘’ demek kolaydır, ancak sabırlı olmak olgunluğun zirvesidir. Sabır, öğrenciyi kazanmanın, başarmanın, hayatımızı kolaylaştırmanın, huzur ve mutluluğun anahtarıdır. Her meslekte sabır çok önemlidir ancak öğretmenler için çok daha önem taşımaktadır. Çünkü beraber olduğumuz kişiler çocuklardır. Kaldı ki mesleğimiz dışında da olaylar ve durumlar karşısındaki sabırlı davranma kapasitemiz, yaşantımızın her anında değerli ve gereklidir.
 

Bir Öğretmen Olarak Bu Anahtara Nasıl Sahip Olabiliriz?

Sabırlı olmanın temelinde olayları gözümüzde fazla büyütmemek ve dramatikleştirmemek yatar. Hayatta her şeyin bizim planladığınız ya da arzuladığımız biçimde gitmeyeceğini, her an bizim dışımızda gelişen ve önleyemediğimiz durumlarla karşılaşabileceğimizi kabul etmeliyiz. Olayları sakince kabullenmeli, pozitif düşünmeye gayret etmeliyiz. Ah, vah demek, dizimizi dövmek ya da karşımızdaki kişileri hedef almak sorunlarımızın çözümlerini ne kolaylaşacak ne de bize zaman kazandıracaktır.

Özgüvenimizi ve cesaretimizi, anlayışımızı ve hoşgörümüzü kaybetmeden durumu çözmek için kendi kendimize olumlu telkinler vermeliyiz. Olaylara, durumlara ya da kişilere karşı kendimize zaman tanımalıyız. Bu zamanı kendimize tanımayıp aceleci davranırsak, gerçekçi değerlendirmeler yapamayıp, yanlış adımlar atabiliriz. Böyle bir durumda ise hem kendimize hem de karşı tarafa zarar verebiliriz. Sakinleşmek ve seçeneklerimizi doğru değerlendirebilmek için beklemeyi bilmeliyiz. Beklemenin de zor olduğu durumlarda, bizi mutlu edecek etkinliklerde ya da çalışmalarda bulunarak kendimizi oyalayabilir, huzurumuzu kaçıran durumlardan uzaklaşabiliriz.
Giriştiğimiz her işte mükemmeli istemek, büyük beklentilere girmek gergin olmamıza neden olabilir. Bu da isteğimiz dışında meydana gelebilecek olumsuzluklara karşı öfkemizi arttırabilir. Hata yapa yapa doğruyu bulmanın kazancının çok daha fazla olduğunu unutmamalıyız. Öğrencilerimize, onlardan beklediğimiz davranışların neler olduğunu, bu davranışları beklememizin nedenlerini sakin ve anlayabilecekleri bir dille ifade etmeliyiz.

Sabır göstermemiz gereken durum ile ilgili empati yapmaya çalışarak, duruma karşı tarafın gözüyle bakarak daha objektif ve çözüme odaklı olabiliriz. Sabrın nasıl büyük bir erdem olduğunu ifade eden en güzel örneklerden birisi Çin bambu ağacının yetişme hikayesidir. Çinliler bambu ağacının tohumunu eker, sular ve gübrelerler. Birinci yılın sonunda tohumda herhangi bir değişiklik olmaz. Aynı işlemleri tekrar yaparlar. Ancak ikinci yılın sonunda da tohum filiz vermez. Üçüncü, dördüncü ve beşinci yılda da bambuya su ve gübre verirler. Ve beşinci yılın sonunda bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede boyu 27 metreye kadar ulaşır. Bu durumda Çin bambu ağacı 27 metrelik boya altı haftada mı yoksa beş yılda mı ulaştı? Tabii ki beş yıl boyunca gösterilen büyük sabırla ve emekle ulaştı. Günlük hayatımızda bizi zorlayan durumlar karşısında sık sık “Sabrın sonu selamettir.” deriz. Gerçekten de öyledir. Sabretmek zordur ama sonucu her zaman hayırlıdır.