Her geçen gün artan kadın cinayetlerinin önüne geçilemiyor. Geçilemediği gibi artarak devam ediyor. 18 aylıktan 70 yaşına kadar tecavüz, darp, şiddet ve cinayet her gün canımızı yakıyor.

Bu ülkede; Biz kadınlar devlet yöneticilerimizi yanımızda güç olarak görmek isterken duyduğumuz sözler tam bir hayal kırıklığı niteliğindedir.

“Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek”

 “Kız mıdır, kadın mıdır? Bilmem”

“Tecavüze uğrayan doğursun, devlet bakar “

“Kadın iffetli olacak herkesin içinde kahkaha atmayacak”

Devlet yöneticilerimizin bu söylemlerinden çoğu kişi güç almaktadır.  Televizyon programlarına çıkarak sınırları aşarak kadınlar hedef gösterilmektedir. Bunlardan etkilenen birçok kişide şiddet uygulamayı kendinde hak olarak görmektedir.

Yükselen eğitim seviyesi, artan milli gelir, hayatı kolaylaştıran teknolojik ürünler, basit işlerimizi bile düzenleyen hukuk kurallarına rağmen kadına yönelik şiddet ve algının kültürel kodlardan uzak çözümü kavuşturulması olanaksızdır. Zira kadın ve erkeğin rolleri ile orantılı olan kıymetleri kültür ile şekillenmektedir. Bir kadının evde ve sokakta nasıl davranması gerektiğini belirleyen kültürün hızla değişen sosyal yapının getirdiği sorunlara üreteceği çözüm dikkate alınmalıdır.

Kadın sorunun tam olarak uyum içerisinde çözülebilmesi için dinin ve geleneğin iyi anlaşılması zorunludur. Aksi halde dini temellere dayandırılan, ancak geleneksel yönü baskın inançlar yüzünden sorunun çözülmesi imkânsızdır.

Kur’ân-ı Kerim’de kadının hak ve hukuklarının açıkça belirtilmiş olmasına rağmen Müslümanların din adına kadın hakkındaki düşünceleri geçmişte Yahudi ve Hıristiyanların yaptıkları ile benzerlik taşımaktadır. Bu anlamda kadınların sorununun çözümünde önemli bir yeri olan dinin çok iyi anlaşılması zorunludur. Aksi halde din diye hem erkeğe hem de kadına dayatılan gelenek sadece kadına zarar vermeye devam edecektir. Özellikle biz kadınlar dini konuları araştırmalı ve gerçekleri öğrenmeliyiz.

Bizler gerçeklerin peşinden gitmezsek birileri bize işine geldiği gibi dini yorumlar ve  dayatır.

Sizlere Soraya’nın hikayesini anlatan bir filmden bahsetmek istiyorum. “Soraya’yı Taşlamak” Yeğenine söz verdiği için Zehra sayesinde öğreniyoruz bizde bu içler acısı hikâyeyi. Bu olay, köyün sırları arasına gömülmeyecek, bütün dünya duyacak bu barbarlığı, bu günahı. Recimden bir gün sonra Fransız asıllı, İranlı gazeteci Freidoune arabası bozulduğu için köye uğradığında, Zehra da amacına ulaşıyor... Önce Zehra'nın deli olduğuna inandırmaya çalışıyorlar gazeteciyi.

Engelleseler de, buluyor yolunu ve tüm hikâyeyi anlatıyor Zehra. "Burada kadınların sesi önemsenmez, sesimi yanında götürmeni istiyorum" diyor; gazeteci de kaydediyor onun bütün anlatıklarını.. İşte o gazeteci; eski İran Büyükelçisinin oğlu olan Freidoune Sahebjam bu hikayeyi 1994 yılında kitap olarak çıkartıyor; 'The Stoning of Soraya M. Sonrada filmi çekiliyor. Kitap olarak çıktığın en çok okunanlar arasına girmeyi de başarıyor.

Yıl 1986; Ayetullah Humeyni dönemi. Başka bir kadınla evlenmek isteyen kocasının boşanma isteğini, parasız kalacağı ve geçinemeyeceği için kabul etmeyen Soraya'nın başına gelenlerin hikayesi... Kadının mal gibi alınıp satıldığı, dövüldüğü, 'hiç' sayıldığı o ortamda Soraya; kocasına direndiği için yaşıyor her şeyi. Yalanlarla, iftiralarla, yalancı tanıklarla zina yaptığı yayılıyor tüm köye ve taşlanarak öldürülmesine karar veriliyor. "Bunu benden İslamiyet istiyor" diyor köyün kadısı.

Çünkü şeriat hükümlerine göre; koca karısını zinayla itham ederse kadın masumiyetini ispat etmek zorunda. Ancak kadı da dahil, herkes yalancı şahit;

ispatlamak ne mümkün! Taşlama anını beklemekten başka yapacak hiçbir şey yok Soraya için. Filmin o andan sonrası acı dolu ve feci zaten... El arabalarıyla taş topluyor bütün köy halkı, büyük bir iştahla. Buna çocuklar da dahil, Soraya'nın çocukları bile! O kadar insanlıktan çıkılmış ki, günah, yazık, hak, hukuk düşünen tek kişi bile yok.

Soraya'ya son sözü sorulduğunda "Sizin komşunuzum, sizin kızınızım, sizin annenizim, bunu nasıl yaparsınız bana" diye soruyor. Vahşi köpekler gibi sıralanan adamlar için sözlerin hiçbir önemi yok oysa, her biri ilk taşı atmak için sabırsızlanıyor. 'İlk taşı günahsız olanınız atsın' diye bir laf vardır ya hani; hikaye! En önce iftira atanlar taşı alıyor eline. Ardından Soraya'nın öz babası...

Kızının tam suratının ortasına nişan alıyor ki bütün o sözde günahın utancı, alnından akan kanlarla akıp yok olsun, silinip gitsin! Soraya'nın iki çocuğu bile annelerini taşlamaktan alıkoyamıyorlar kendilerini. Köy halkı nasıl dursun? Bu sahnelerde dağıldım zaten... Çünkü çok iyi biliyorsunuz ki gerçek bir hikaye. Bunlar aynen yaşanmış. Din uğruna, şeriat uğruna bu insana böyle acımasızca kıyılmış. Kendinize soruyorsunuz ister istemez: İyi de bu nasıl bir vahşettir, bu nasıl bir insanlıktır?

Soraya orada kanlar içinde ölüyor. Herkes öldüğüne emin olduktan alanı terk ediyor. Gidemeyen sadece iki kişi kalıyor. Onlar da biraz önce halkın galeyanına kapılıp orada olan çocukları. Annelerine bakıp kalıyorlar. Bir evlada nasıl yaşatılır bu duygu?  Bir baba nasıl yapar bunu evlatlarına?

Neden bu filmden bahsettim?

Kendi gerçeklerimize bakmamızı sağlar belki de... Bu ülkede töre yüzünden öldürülen kadınların bundan ne farkı var sizce?

Daha geçen gün Emine Bulut kocası tarafından evladı önünde öldürüldü. Yıllar geçse de farklı ülkelerde farklı senaryolarla aynı acılar yaşanmaya devam ediyor.

“Anne lütfen ölme” sesiyle evladının acısını hissederken “Ölmek istemiyorum” sesiyle de tüm kadınların çığlığını duyduk Emine Bulut’tan.

Yaşımızın hiçbir önemi yok, güzel ya da çirkin olmamızın da, çocuk ya da daha bebek olmamızın da, adının Emine yada Soraya  olmasının da önemi yok. Kadın olman yeterli şiddet görmen ve öldürülmen için…

Kadına yönelik şiddetin önlenmesi cezaların arttırılması ve asla iyi halden düşürülmemesi gerekir.  Toplum da kişilerin kadına bakış açısının değişmesi gerekmektedir. Bakış açısının değişmesi yine uzun vadede eğitimle gerçekleşir.

Sizler,  bu yazıyı okurken belki bir kadın daha hayatını kaybedecek.

Artık susma!

Çığlığımıza ortak ol. Biz kadınlar artık ölmek istemiyoruz…