Geçtiğimiz günlerde Bülent Arınç’ın bir açıklaması olmuştu; 2 yılda bir eğitim sistemini değiştirmek öğrenciler açısından da öğretmenler açısından da büyük sorunlara yol açar diye. Esasında 13 yılda eğitim alanında yapılan ardı ardına işlemlerin ki her biri bir öncesini değiştiren reddeden yanlışlayan değişiklikler. İktidarın 13 yıl boyunca en başarısız olduğu alanların başında eğitim geliyor. Neden eğitim geliyor; sistemde bir değişiklik yapılıyor, değişiklik yapılırken asla çağdaş ülkelerde eğitim alanında başarılı olan ülkelerdeki değişikliklere bakılmıyor. Bilim ne diyor üniversiteler ne diyor bunlara bakılmıyor, siyasiler ideolojik ihtiyaçlar ne diyorsa neyi gerektiriyorsa onun düzenlemesi yapılıyor. Bugün çocuklarımızın TEOK diye girdiği sınav üç defa değişti, üniversite sınav sistemimiz 3 defa değişti. Bir yapboz tahtasına dönüştürüldü eğitim sistemi. En son 4+4+4 değişim yapıldı yaklaşık 3 yıl oldu. Bülent Arınç 2 yılda bir değişiklik yapmanın öğrencilere öğretmenlere velilere olumsuz tepki ettiğini ifade ediyor. Bir defa halkın aklıyla dalga geçmek anlamına gelir. Dolayısıyla ortada bilimsel verilerin hareketlendirildiği miktar değil eğitim alanında kendi ihtiyaçları doğrultusunda adım atan bir anlayış söz konusu. Bu tip okullarda bir kaos iklimi var.

657’yi Kaldırmak İstiyorlar

Birkaç gün önce Sayın Cumhurbaşkanı ifade etti; 657 sayılı devlet memurları kanununun kaldırılması gerektiğini kaldırılacağını onunla ilgili çalışma yapıldığını söyledi. Ardından da başbakan Davutoğlu 657’de değişiklik yapmanın gerekli olduğunu ifade etti. İfade ederken de yıllardır iş birliği yaptığı, yıllardır bu ülkeyi beraber yönettikleri cemaat ile mücadele etmek ve devlet içerisinde paralel yapı elemanlarını tahsis etmek için bunun şart olduğunu ifade etti. Bu samimi değil her şeyden önce. Neden samimi değil; biz biliyoruz ki artık Türkiye’de herkes biliyor ki belgeler var kayıtlar var bizzat hükümet üyelerinin defalarca bu konuda yaptığı açıklamalar var. 2013 17-25 Aralık’a kadar Türkiye’de AKP ve cemaat beraberce bu ülkeyi son derece profesyonel bir yöntem ile nöbete geldiler. Sonra ayyuka çıkan yolsuzluk hırsızlık talan olayları söz konusu olunca bu ittifak ortadan kalktı.

Özel Okullara Mecbur Bırakıyorlar

Yine AKP iktidarının son derece başarılı bir şekilde uyguladığı kamuyu tahsiye etme ile ilgili politik tasarrufa cemaat ile mücadeleyi aparat olarak kullandılar. O dönem sayın başbakan dershanelerin kapatılması ile ilgili şöyle bir cümle kurmuştu; bunlar halkın sırtından geçinmek isteyen halkın cebindeki paraya göz koyan sülük gibiler demişti. Bugün dershanelerin yerine özel okullar ile karşı karşıyayız. Demek ki mesele vatandaşın cebindeki parayı kollama meselesi değil. 3bin 4bin liraya çocuğunu dershaneye göndermek zorunda bırakılan velilerimiz bugün 13 15bin lira özel okullara öğrenci göndermek zorundalar. Tabi bunun okullarda yarattığı sonuçlar var. Okullarımız fiili olarak dershanecilik yapar pozisyona gelmiş. Okullarımızda hafta içi dersten sonra hafta sonu hazırlık kursları var. Velilerden katkılar isteniyor paralar alınıyor. Bu şu anlama geliyor okullar fiili anlamda dershanecilik yapıyor. İlave olarak okullarda öğrencilerden alınan katkı payları meblağsı son derece yükselmiş durumda. Öte yandan özel okullara ciddi anlamda ortaokullarımızdan liselerimizden kaçış var. Bütün Anadolu liseleri öğrencileri tutmakta zorluk çekiyor. Üniversite sınavı gerçekliğinden dolayı aynı zamanda dershanecilik programı uygulayan temel liselere kaçıyor. Veli sınav nedeniyle çocuğunu kamu okullarından alıyor özel okullara veriyor. Böyle olunca okuldaki öğrenci sayısı azalıyor. Ders saati sayısı azalıyor, öğretmenler ihtiyaç fazlası konuma geliyor. İhtiyaç fazlası konuma gelen öğretmenin o okulda mevcut yönetmeliklere göre kalabilmesi mümkün değil. Her sene bu sayı arttığında okuldaki öğretmenler fazla duruma gelecek. Bu öğretmenler fazla duruma geldiğinde sistem bir süre sonra tıkanacak o zaman ikinci bir adım atılacak ve denilecek ki bütün okulları özelleştiriyoruz sağlık alanında olduğu gibi. Kamu çalışanı iş güvencesi diye bir şey kabul etmiyorlar.

İnsanın Parası Olduğu Oranda İyi Eğitim Aldığı Bir Zihin Dünyasına Sahip

Tam da bunu yapabilmek için AKP hükümeti 657 sayılı devlet memurları kanununun değişmesi konusunda çok ciddi bir hamle içerisine girmiş görünüyor. Bunu kamuoyunda tartışmaya açmış görünüyor. Topluma yedirmek topluma maniple etmek için de paralel ile mücadeleyi yine bir araç olarak kullanıyor. AKP ile paralel yapı arasında ortak bir yapı var. Her ikisi de kamu okullarına karşı ve kamuyu güçlendirmeye karşı. Her ikisi de kamusal hizmetlerin parayla alınıp satılan yani insanın parası olduğu oranda iyi eğitim aldığı bir zihin dünyasına sahip. Bunu iki türlü reddediyoruz. Diyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının hepsi yurttaş olmaktan kaynaklanan vergisini ödeyen, yeri geldiğinde vatani görevini yapan ve bu ülkenin sorunlarını göğüsleyen insanlar olarak nitelikli bir sağlık hizmetleri almak zorunda. Dolayısıyla okulların özelleştirilip parayla alınan bir hizmet olarak eğitimin görülmesini kabul etmiyoruz. Kamu hizmetleri doğası gereği aynı zamanda süreklilik arz etmesi gerekir ve iş güvencesi olan memurlar tarafından Türkiye’de kamu hizmetlerinin kamu görevlisi sürekli çalışan insanlar tarafından yürütülmemesi demek bu hizmetlerde verimliliğin düşmesi demektir.

Düşük Puan Alan Öğrenci Cezalandırılıyor

Öte yandan Trabzon’da maalesef ciddi anlamda planlama eksikliği var. Bu planlama eksikliğinin başında mahallerimizin demografik yapısını hesaba katmaksızın açılan okullarımız geliyor. Özellikle bu sınav sistemi ile ilişkili olarak TEOG sınavına giren öğrencilerimiz aldıkları puana göre okullara yerleştiriliyor. Akademik anlamda yeterli başarıyı gösteremeyen çocuklarımız yani sınavlardan iyi puan alamayan çocuklarımız meslek liselerine ve imam hatip liselerine mecbur ediliyor. Düşünebiliyor musunuz imam hatip lisesine giden öğrenci düşük puan aldığı için cezalandırılıyor. Puanı düşük olduğu için zorunlu olarak oraya gönderiliyor. Elbette ki insanlarımız dini eğitim almak istediklerinde imam hatip lisesine gidebilmeli. Ama bunu aldığı puan düşüklüğü nedeniyle zorunlu olarak kıldığınızda ortada haksızlık var demektir. Yani öğrenci 500 puan aldığında da gidebilmelidir. Ama görüyoruz ki öğrencilerimiz 500 puan aldığında fen lisesine gitmek istiyor. Dolayısıyla burada bir din istismarı var. Bunu kabul edebilmek mümkün değil.

Okul Öncesi Eğitmenleri Adeta Nefes Almıyor

Sorunlarımızdan bir diğeri de anaokulu öğretmenlerimizin sorunu. Anaokullarını sabahçı öğlenci yapan anlayış son derece eğitim açısından sakat bir anlayıştır. Biz okul öncesi eğitimin tam gün olmasını istiyoruz. Okul öncesi eğitmenlerinin aralıksız hiç dinlenmeden nefes almadan bulunmasının da eğitim cinayeti olduğunu söylüyoruz. Her sınıfta birden fazla okulöncesi eğitim öğretmeni olmalı. Okul öncesi eğitim öğretmenleri dinlenme ihtiyaçlarını sosyal ihtiyaçlarını giderebilecek bir çalışma koşullarına sahip olmalı. Sabah saat 8 de sınıfa giriyorlar saat 1 e kadar hiç durmaksızın öğrencilerle beraber oluyor. Dolayısıyla hem öğrenciler açısından hem öğretmenler açısından zorunlu bir işleyiş var. Okul öncesi eğitim çağının programına da uygun olmayan bir şey bu. Okul öncesi, eğitim kurumları bağımsız olmalıdır, müstakil olmalıdır, öğrencilerin sosyal gelişimleri duygusal gelişimleri açısından fiziksel donanımları yeterli olmalı.

Öğretmen İle Öğrencinin Arasına Para İlişkisi Girdiği Anda Eğitim, Eğitim Olmaktan Çıkıyor

Bunlar dikkate alındığında okul öncesi eğitim kurumlarımız yeterli donanıma sahip değil.  Bu okullarla ilgili ikinci bir sıkıntı yeterli kaynak aktarılamama meselesi.  Temel liselerin açılması dershanelerin dönüştürülmesi ile ilgili olarak bakanlığın bu yıl ile birlikte iki yıldır getirmiş olduğu teşvik sistemi var. Ortalama 3500 lira toplamda 230bin öğrenci için teşvik verdi bakanlık. Bu şu anlama geliyor. Siz 230 bin öğrenci için yaklaşık 3500 lira para özel okullara aktardığınızda; bu parayı özel okullara değil de devlet okullarına aktarırsanız öğrenci başına 45 50 bin lira para tutuyor. Bunun daha basit izahı şu bir okulun kırtasiye fotokopi temizlik malzemesi ihtiyacını otomatik olarak giderebiliyor. Bugün okullarımızda maalesef okul yöneticileri eğitim alanında çalışan eğitim alanına odaklanan insanlar olarak değil aynı zamanda mimar, mühendis, işletmeci, muhasebeci görevini yerine getiren bir pozisyon üstleniyor. Ve bir öğretmen ile bir yönetici ile, veli ile öğrenci arasında kurulmaması gereken bir ilişki kuruluyor; para ilişkisi. Bunu kabul etmek mümkün değil. Öğretmen ile öğrencinin arasına para ilişkisi girdiği anda eğitim eğitim olmaktan çıkıyor.

Uçurum Var

Yine okullarımızın bir diğer problemi yardımcı hizmetler durumunda. Okulun işleyişi açısından son derece önemli olan hijyen içerisinde eğitim yapılmasına yardımcı olacak personel ihtiyacı hat safhada. Okullarımızın kadrolu hizmetlisi yok. Nasıl karşılanıyor, işkur vasıtasıyla karşılanmaya çalışılıyor. Bu şu anlama geliyor. Yoğun emek sömürüsü. Asgari ücret ile çalışan, bir kişiden dört kişilik iş yapması istendiği sistemdir. Gayrı insani bir sistem. Olması gereken kadrolu şekilde yardımcı hizmetli sınıfında insanların bulunduğu bir sistemdir. Tabi Türkiye’de çalışanların özlük hakları açısından da son derece olumsuz bir gidişat var. Yaptığı iş aldığı sorumluluk gördüğü eğitim ile karşılaştırıldığında, Türkiye’de en yetersiz ücreti alan meslek grupları arasındadır öğretmenler. Dolayısıyla öğretmenlerin daha verimli olabilmesi için ekonomik anlamda kafalarının daha rahat olması gerekir. Mesleğe yeni başlayan öğretmen şuan 2300 lira ücret alıyor. 30 yıllık öğretmenler ise 2600 lira alıyorlar. Dolayısıyla ortada büyük bir uçurum var. Hakan Şener