Öğretmenlik, meslekler içerisinde belki de en kutsal olanı. Onlar geleceğimizin mimarları.


Bir ülkenin öğretmenleri ne kadar güçlüyse o ülke o kadar güçlü, öğretmenleri ne kadar mutluysa o ülke o kadar mutludur.

Hayatının bir zamanında hemen herkesin, bir kez de olsa, mutlaka aklından öğretmenlik geçmiştir. Öğretmenin, bildiklerini paylaşmanın, karanlığı aydınlatmanın ve her türlü olanaktan yoksun çocukları hayata kazandırmanın keyfi, eminim ki, her şeyin üzerindedir.
Peki, en değerli varlığımız olan çocuklarımızı kimlere emanet ediyoruz? Bunu hiç düşündünüz mü? Gördükleri eğitimi, aldıkları maaşı, göreve nasıl atandıklarını, mesleklerini sevip sevmediklerini, sınıfa girdiklerindeki ruh hallerini hiç sorguladınız mı?

Ya da son yüz yılda hukukçu, mühendis, asker ve diğer meslek alanlarındaki eğitim sistemleri hiç değişmeyip sadece kendi içinde gelişirken, öğretmen yetiştirme düzenimizin neredeyse her 10 yılda bir, sil baştan yeniden yapılandırıldığı ve her defasında daha kötüye gittiği konusuna hiç kafa yordunuz mu?

Kim evet derse, yalan söyler. Her şey ortada. Bu atama sistemi, öğretmen olmak için yanıp tutuşan en idealist gençlerimizi bile enkaza dönüştürüyor. Ne heyecanları kalıyor ne de hevesleri. Parçalanmış ailelerden üç kuruş maaşa talim eden sözleşmeli “köle“ öğretmenlere, beş yıldır tayin bekleyenlerden her türlü haksızlığa uğrayanlara kadar hemen hepsi dert küpü. Gelen her mail içimizi cız ettiriyor. Anlayacağınız geleceğin mimarları zorda.

Hem de çok zorda. Ve bu zordaki mimarlardan muhteşem eserler bekliyoruz. Hâlâ direniyorlar ama nereye kadar!
 

Abbas Güçlü