BURCU CANSU - SERBAY MANSUROĞLU
 
Türkiye’de eğitim derin bir kriz içinden geçiyor. 1857’ye kadar çeşitli medreselerde cemaat ve vakıflar tarafından yürütülen eğitim çalışmaları bu tarihte kurulan Maarif-i Umumiye Nezareti’ne verildi. Bugün Milli Eğitim Bakanlığı adını taşıyan yapı tarafından başlatılan formel eğitimin üstünden yüz elli yıl geçti ancak bilimsel, özgürleştirici, yaratıcı, parasız eğitim mümkün olmadı.
 
Son 13 yılda da ülkeyi tek başına yöneten iktidar partisinin politika öncelikleri nedeniyle eğitim irtifa kaybetmeye devam etti.

OECD küresel eğitim raporuna göre Türkiye 76 ülke arasında 41. sırada, PISA 2012 raporuna göre ‘okuduğunu anlamada’ 42. sıra, Fen Bilgisi’nde 43., Matematikte 44. sıradayız. TÜİK verilerine göre Türkiye’de hala 6 yaş üzeri okuma yazma bilmeyen nüfus oranı 2 milyon 600 bin, 19 milyon ilkokul mezunu, 10 milyon ortaokul mezunu var. İlköğretimde derslik başına düşen öğrenci sayısı OECD ortalaması 17, bizde ise İstanbul, Diyarbakır, Urfa, Antep gibi çok sayıda kentte 37+ gibi rakamlara ulaşıyor.
 
Bilişim çağı ne zaman?
Türkiye bu verilerin ışığındaki ‘eğitim sefaleti’ ile ne kadar ileri gidebilir. Krizin içinde 1960’larda attığı adımlarla otomotivde Hyundai, Kia, elektronik ve mobil teknolojilerinde LG, Samsung; çelik üretiminde Posco; otomobil lastiğinde Kumho; saatte Romanson gibi küresel markaları oluşturan Güney Kore ile nasıl rekabet ederiz, whatsapp, twitter gibi bilişim çağının icatlarını nasıl, ne zaman aşarız? Ülkeyi yöneten iktidarın 2015-2019 Stratejik Hedefi’ne koyduğu ve yoksul aile çocukları için nitelikli eğitimi erişilebilir olmaktan çıkaran özel okulların (paralı eğitim) eğitimde payının artırılması, imam hatipler, sınav odaklı eleyici sistem, kadrolaşma, öğretmen politikalarındaki politika öncelikleri… Bu motivasyon kaynağı ile yakın zamanda duble yollar, 3. Köprü, 3. Havaalanı, en büyük adalet sarayları, viyadüklerin ötesine uzanan bilişim ekonomisine geçmemiz mümkün görünmüyor. Çıkış yolu politika yapıcıların kendi siyasi hegemonyalarını inşa etmek yerine belirledikleri önceliklerden vazgeçmeleri yada kendilerinin değiştirilmeleri…
 
EĞİTİMİN ADIM ADIM TİCARİLEŞMESİ
 
Kamu kaynakları son 35 yılda devlet okullarının niteliğinin artması için kullanılmadı. AKP döneminde de sistem eşitsizlikler üretti. İşte 5 adımda piyasalaşma süreci:
 
AKP Hükümeti ile başlayan “Paran Kadar Eğitim” dönemi ailelerin ve eğitim emekçilerinin gündemini oluşturuyor. Eğitim Sen Eğitim Uzmanı Dr. Erkan Aydoğanoğlu, eğitimin ticarileşmesi ve özelleşmesi sürecini 5 maddede sıraladı:
 
1- Kamu ve piyasa bütünleşti
1980 sonrası oluşturulan merkezi bütçelerin piyasa mekanizması ile bütünleşme içine girmesine paralel olarak kamu kaynakları, kamu hizmetlerinin dışındaki alanlara aktarılarak, kamu alanının piyasa ilişkileri içine çekilmesi sağlandı. Eğitimin okulöncesinden yükseköğretime kadar neredeyse bütün kademelerinde yaşanan ticarileştirme ve paralı hale getirme uygulamaları 2000’li yılların başından bu yana belirgin bir şekilde artmaya ve yaygınlaşmaya başladı.
 
2- Velilere yük bindirildi
Kamusal eğitim harcamaları, AKP döneminde hiçbir zaman ihtiyacı karşılayacak düzeyde artırılmadı. Okullara ödenek ayrılmaması nedeniyle fiziki altyapıdan, eğitimin niteliğine kadar pek çok alanda yaşanan sorunlar hızla arttı. Devlet okullarında çoğu taşeron şirket personeli binlerce yardımcı hizmetli çalıştırılırken, velilerden temizlik, spor vb. adlarla birçok kalemde para toplanıp eğitimin tüm yükü velilerin sırtına yüklenmeye başlandı.
 
3- Artan bütçe yatırıma gitmedi

Eğitime ayrılan bütçe AKP döneminde rakamsal olarak artmış gibi görünse de, asıl bakılması gereken eğitim yatırımlarına ayrılan pay oransal olarak yarı yarıya azaldı.
Bu durumun somut bir sonucu olarak ailelerin cebinden yaptığı eğitim harcamaları son 13 yılda 5 kattan fazla artış kaydetti.
 
4- Parasız eğitim hakkı ihlal edildi
Halktan toplanan vergiler özel okullara “öğrenim desteği” adı altında aktarılırken, herkese eşit ve parasız eğitim hakkı resmen ihlal edildi.
Bunun sonucunda eğitimde adaletsizliklerin ve eşitsizliklerin derinleşmesinden başka bir sonuç ortaya çıkarmadı.
 
5- Zenginle fakir arasında 14 kat fark
Türkiye’de en zengin yüzde 20 ile en fakir yüzde 20’nin arasında eğitim harcamaları bakımından 14 kat fark ortaya çıktı.
Sadece bu veri bile Türkiye’nin eğitim sisteminin toplumdaki sınıfsal eşitsizliklerini nasıl yeniden ürettiğini görmek açısından yeterli.
 
4+4+4 SONRASI ÖZEL OKULA TALEP NEDEN ARTTI?
 
Velilerin çocuklarını özel okullara yönlendirmesinde kamu eğitim kurumlarının 4+4+4 sonrası yaşadığı yetersizlikler belirleyici. Zorunlu-seçmeli din dersleri, kalabalık sınıflar, öğretmen yetersizliği, fiziki koşullar gibi pek çok neden birçok velinin özel okullara yönelmesini beraberinde getirdi.
 
Özel okulların artışında belirleyici olan temel etkenlerden biri de kamu kaynaklarının özel okullara öğrenci başına yapılan ödemeler üzerinden aktarılması. 2006 yılında 995 özel okula 263 milyon TL ‘teşvik’ adı altında kamu kaynağı aktarılırken, 2014 yılında teşvik alan özel okul sayısı 1.878, aktarılan kaynak miktarı ise 1 milyar 496 milyon TL oldu. Geçen 9 yıl içinde toplamda 8 milyar 804 milyon TL kamu kaynağı, her biri birer ticari işletme statüsünde olan özel okullara aktarıldı.
 
AKP iktidarı döneminde eğitim bütçesi rakamsal olarak artmış gibi görünse de, eğitim yatırımlarına ayrılan pay yarı yarıya azaltılarak, eğitimin finansmanı ağırlıklı olarak halkın sırtına yıkılmaya çalışıldı. Halkın cebinden yaptığı eğitim harcamalarında son 13 yıl içinde 5 kattan fazla artış yaşanmış olması, devletin eğitime ayırması gereken kamu kaynaklarını özel okullara aktardığının göstergesi durumunda. Son olarak temel liseler özel okulların eğitimdeki payını artırdı.

PİYASALAŞMA, KADROLAŞMA, DİNSELLEŞME

Eğitim alanında yaşanan dönüşümü üç ana başlıkta değerlendirebiliriz: Piyasalaşma, kadrolaşma, gericileşme. Bu başlıklarla ilgili değerlendirmeye başlamadan önce “Eğitim” hizmetinin siyasal iktidarlar ve hakim sınıflar açısından kendi iktidarlarını sürdürmenin en önemli ideolojik araçlarından biri olduğunu ve bunun gerçekleşmesi için de nasıl bir toplum istiyorlarsa eğitim sistemini ona göre şekillendirmeye çalıştıklarını unutmamak gerekir.

Kamu okullarını boşaltma süreci

İktidara geldikten bu yana özel okulların toplam okullar içerisindeki oranını yükseltmek hedefini Milli Eğitim Bakanları değişse de fikri ve pratik olarak takip eden AKP son iki yıldır yaptığı “teşvik” uygulaması ile daha ileri bir adım atmaktadır. Dershaneleri kapatma hamlesi yapılırken üniversiteye girişin rekabet, ayrışma üzerine inşa edildiğini göz ardı etmiş olacaklar ki bu durum ortaya çıktığında hiçbir bilimselliği bulunmayan, adete başka bir dershane görünümünde olan dahiyane(!) Temel Lise formülü bulundu. Müzik, Resim , Beden Eğitimi gibi dersleri isterlerse okutmama şansına sahip olan bu liseler adı değişmiş dershane biçimindedir. İşte bu durum tarihimizin en büyük piyasalaşma ve aynı zamanda kamu okullarını boşaltma sürecini başlattı.

Köşe başı yandaş oldu

Eğitim alanında yapmayı planladıklarını hayata geçirmek için AKP iktidarı bugüne kadar görülmemiş boyutta bir kadrolaşma sürecine girmiştir. Sadece İl veya İlçe Milli Eğitim müdürleri değil bütün okulların müdür yardımcılıklarını kendine olan yakınlığı ölçüsünü kullanarak belirlemeye kadar uzanan bu operasyon yaşadığımız sorunların da temellini oluşturmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatının liyakat, deneyim ve uygunluktan ziyade yandaş sendikaya ve iktidara yakınlık üzerinden belirlenen yöneticiler eliyle yönetilmesi hem merkezi hem de tek tek okullar açısından ciddi sorunların yaşanmasına neden olmaktadır.

DİNSELLEŞMENİN MOTİVASYON KAYNAĞI

Ders kitaplarındaki metin ve görseller, açılan mescitler, yarışma ve piyesler dinselleşme amacını sürekli olarak canlı tutuyor.

Yaşanan dönüşümün üçüncü boyutu da eğitimin içeriği ile ilgili yaşanan gericileşme sürecidir. Eğitim sisteminin temel hedefini “Dindar nesil yetiştirme” olarak belirleyen siyasi iktidar bütün uygulamalarını bu hedefe uygun olarak yapmaktadır.


Kaynak: Birgun.net 

DOSYA: Türkiye eğitim sistemi ne durumda? 1-2