2004 yılında hayatımıza giren "Bitişik Eğik Yazı" mantığını bir öğretmen olarak değerlendirmek istiyorum. Burada amaç, hem yazarken he...m de okurken öğrencilerin dikkatli olacağı, bağlantıları koparmadan devam edeceği ve öğrencilerin kendilerine olan güvenlerinin artacağı şeklindeydi.

"Araştırmalara göre bitişik eğik yazı, sürekli ve hızlı yazılmaktadır. Dik temel yazıda her harften sonra durulduğu için yazı yazma süreci sık sık kesilmekte ve yavaşlamaktadır. Bu durum düşünme sürecini de etkilemektedir. Oysa bitişik eğik yazıdaki süreklilik ve hız, düşüncenin sürekliliği ve hızı ile birleşmekte ve birbirinin gelişimini desteklemektedir." denilmekte. "Yazı öğretimine küçük harflerle başlamak da önemlidir. Okuma ve yazma sürecinde en çok küçük harfler kullanılmaktadır. Örneğin, 12 punto ile yazılmış bir ders kitabının tam dolu bir sayfasında ortalama 35 satır bulunmaktadır. Her satırda ise ortalama 60 harf yer almaktadır. Böylece tam bir dolu sayfada ortalama 2100 harf yer almaktadır. Bunun 2000'i küçük harflerden, 100 harfi de büyük harflerden oluşmaktadır. Bu nedenle, yazı öğretimine küçük harflerle başlamak ve küçük harflerin öğretimine ağırlık vermek yerinde olmaktadır." diye devam etmektedir.

Bu sistemin bu zamana değin hep olumlu yanları savunuldu. Akademisyenler, Türkçe Öğretimi dersine giren hocaların çoğu bir gecede "Bitişik Eğik Yazı" savunucusu oldu. Eski sistem diye adlandırılan "Tümdengelim Yöntemi" alaşağı edildi. Tümdengelim Yöntemi ile yetişen nesiller daha az zekâya sahipmiş gibi bir algı yaratıldı.

Meslektaşlarım anımsayacaktır. Fiş cümleleriyle başlayan öğretim aşamamız şu şekildeydi: El temrini ile başlıyorduk. Bu süreç durum ve şartlara göre uzardı ya da kısalırdı. Ardından üçte bir kuralına göre fiş cümlelerini vermeye başlardık. Araya günlük hayatta gerekli olan sözcükleri de sıkıştırırdık. Örneğin; Ali bak. fiş cümlesini verdik. Tüm öğrenciler ezbere yazana değin beklerdik. Ardından Ali ata bak. Emele eve gel. Cümlelerini de aynı şekilde kavratırdık. Üçte bir kuralı burada devreye girerdi. İlk cümlemiz kelimelerine ayrılırdı. Fişleri vermeye de devam ederdik. Altı tane fiş cümlesi tamamlandıktan sonra ilk fiş cümlesinden başlayarak hece dönemine geçiş yapardık. Bu şekilde elimizdeki cümleler bitene kadar devam ederdik. Gelelim asıl meseleye. Fişlerle öğrenmeye başlayan öğrenciler şunları da birlikte öğrenirdi:

1. Cümlenin baş harfi her zaman büyük harfle başlardı.
2. Özel isimler dışındaki kelimeler cümle içerisinde küçük harfle yazılırdı.
3. Cümle sonuna konulması gereken noktalama işaretlerini yerinde ve zamanında öğrenir. Örneğin -mı,-mi soru eklerini ayrı yazacaksınız gibi bir söylemimiz olmazdı.
4. Hecelemeyi konuşur gibi yaptığımızı kavrarlardı. (Aylarca hece konusuyla uğraşmazdık.)
5. Cümle, kelime ve harf kavramları konu içerisinde dağıldığı için, bu cümle bu kelime bu da harf diye sürekli tekrar yapmazdık.
6. Öğrenci cümle kurmakta zorlanmazdı. Duygu ve düşüncelerini ifade ederken, gerektiğinde fiş cümlelerinden de yararlanırdı.
7. Heceleri birleştirerek bulduğu yeni bir sözcüğü (ta-bak) şeklinde okurdu. Hiçbir zaman (tab-ak) demezlerdi.
8. Okuma seri olurdu. Başa dönme yok denecek kadar az olurdu.
9. Okuduğu bir öyküyü anlatırken zorlanmazlardı. Çünkü; heceleyerek okumadıkları için anlama olayı da kolay olurdu.

Bitişik eğik yazı ile öğretim aşamamız şu şekilde yapılmakta:

Önce el temrinini yapıyoruz. El yazısı formatıyla ilk olarak "e" sesini veriyoruz. Ardından aynı sesi büyük olarak veriyoruz. Sıra "l" sesine geliyor. Ardından "e" sesi ile "l" sesini birleştirip "el" sözcüğünü üretiyoruz. Asıl sorun burada başlıyor. "le" hecesini kavratıp "ele" sözcüğünü verdiğimiz halde çocuklar ilk önce "el" sözcüğünü öğrendiğinden okuma şu şekilde oluyor: "el-e" ya da "a" sesini öğrenip "Ela" sözcüğünü öğrendiğinde (la hecesini verdiğimiz halde), "El-a" şeklinde okuma yapmaktalar. Bu durum çoğu öğrencide sene sonuna kadar devam etmekte. Oysa fiş cümleleriyle yaptığımız öğretimde bu tip sıkıntıyla karşılaşmıyorduk. Fiş cümlelerinde büyük harfle birlikte, alfabenin sesli harflerini de heceleme döneminde kendileri bulan çocuklar, bu sistemde sesli harfleri tek tek algılayamadıkları için, hece döneminde heceleri ayırmayı da kavrayamıyorlar. Örneğin "sinema" sözcüğünü "sin-em-a" diye hecelerine ayıran onlarca öğrencimiz çıkıyor. Okuma kesintiye uğradığı için de anlama mümkün olmuyor.

Amacımız, anlayan ve anladığını ifade edebilen nesiller yetiştirmek değil mi? Öğrenci anlamadığı bir şeyi nasıl anlatacak? Okuduğunu anlamayan ve anlatamayan öğrenci kitlesi karşımıza çıkıyor. Hele bir de 5.5 yaş grubuyla çalışmışsanız vay halinize! Umuyorum en kısa zamanda Milli Eğitim Bakanlığı, biz öğretmenlerin de fikirlerine kulak verir. Pilot okul olarak seçtiği okulları ve süreyi yaygınlaştırmadan dayatma bir sistem önümüze sunmaz. Deneme yanılma tahtasına dönüşen sistem, çağın ihtiyaçlarına göre yeni şeklini alır.

Özlem RÜSTEM
Anadolu Eğitim Sendikası
Erbaa İlçe Temsilcisi