Ah Şu Okullar, Vah ile Tüh!

Okullar ara tatile girdi. Öğrenciler, 1 hafta sürecek ara tatilin ardından ders yılı bitimine değin okullarına devam edecekler.

Bu dönem bilhassa sosyal medya kanalıyla öğretmenlerin itibarını ve otoritesini zedeleyecek öğrenci davranışlarına şahitlik ettik. Üzüldük hatta burnumuzun direği sızladı. Hey gidi günler, diyerek öğrencilik yıllarımızda öğretmenlerimizin yanında nasıl mum olduğumuzu anımsadık. Öyle ki bazılarımız o günleri mumla arar oldu. Bugünlerde öğretmenin itibarı, yalnızca öğrencinin yanında değil, okul yöneticileri yanında, velinin yanında, hatta kendi meslektaşı ve toplum önünde yok denecek kadar az desek yeridir. Hem tepeden (yöneticilerin mobbingi) hem alttan (halihazırdaki veli ve öğrenci halleri) öğretmen sanki bir mengenede sıkıştırıldıkça sıkıştırılarak hapsedilmiş, gelinen noktada da itibarı ile oynanıp bunun doğal sonucu olarak saygınlığı kevgire dönmüştür. Durum tam da böyledir aslında. Hiç eğip bükmenin alemi yok. Görünen köy kılavuz istemez.

Bu hâliyle dahi gördüklerimiz yalnızca buzdağının görünen yüzüdür.

Bu görünen yüzüyle bile eğitim öğretim ortamlarının hiç de sağlıklı koşullarda olmadığı aşikâr... Öğretmenlerin bu hallere düşürülmesinin müsebbibi tüm paydaşlar...

Öte yandan öğretmenin saygınlığını ağır şekilde yaralayan bu tip olaylar, toplumsal ve ailesel problemleri, öğretmenin itibarının nerelerde olduğunu, dıştan içe (tümevarım) doğru süzüle süzüle ya da göz göre göre gelen bazı sorunların okul ortamında nasıl tecelli ve tezahür ettiğini de gözler önüne sermektedir. Güneş balçıkla sıvanmaz. Mağdur öğretmene, "Affettim. Onlar çocuk daha... Kendimde suç arıyorum." dedirterek mevcut sorunlar çözülmüyor efendiler. Öğretmenin insani yaklaşımına karşılık niçin öğrencinin kendisinden ya da ailesinden doğrudan bir özür açıklamasını işitmedik ve görmedik? Onu bile öğretmen ağzından duyduk. Yani olayın tüm yükü öğretmenin üzerine yıkılmış. Kimse oralı değil. Öğretmen o yükle ne hali varsa görsün modundayız. Bir Allah'ın kulu da öğretmendeki yükü hafifletme derdi içinde değil. Tipik Türkiye hâlleri işte... Öğretmenlerin büyük çoğunluğu yani kahir ekseriyeti bu hali her gün yaşıyor. Sonra da Avrupa'daki öğretmenler arasında en stressiz olanı, bizim öğretmenlerimiz oluyor. Hayır efendiler, hayır... Gerçekler görülmedikçe daha hırçınlaşır ve bu halleri ile gün yüzüne çıkmak için gün sayarlar, istikbalde daha ürkütücü ve haşin olurlar.

Olayı, en zayıf halkanın tarafında olan öğretmene bir açıklama ile tatlıya bağlat ve kapat yöntemi kolaycılıktır. Bu olayları münferit de görmemek lazım... Menfur ise münferit denilerek işin içinden çıkılamaz. Zira birçok okulda öğretmenlerin itibarını yok edici öğrenci davranışlarını görmek mümkün... Sadece bununla da bitmiyor. Bir de başımızın belası akran zorbalığı var. TV'lerde ve diğer mercilerde  buna da tanıklık ediyoruz. El bebek gül bebek büyütülen çocukların şımarıklığı diz boyudur, dizginlenemeyen bu şımarıklık bir gün sınıf arkadaşını, bir gün öğretmenini hedef alabiliyor. Ailelerin bir kısmı, sürecin içinde çocuğunu okula ve arkadaşlarına karşı kışkırtan pozisyonda ya da rolde olabiliyor. Çünkü aileler de çocuklarını koruma içgüdüsü ile hareket ediyor. Çivi çiviyi söker hesabı...

Bilinmelidir ki bazı çocukları okulların zaptedememe durumu söz konusudur. Okul-aile arasında bir güven ilişkisi yoksa aileler de kendi çözümlerini sahaya sürüyor olabiliyor. O vuruyorsa sen de vur, gibi... Şiddete şiddetle mukabele çiçeği burnunda bir çözüm yolu oluyor... Tam manasıyla şiddeti sırt sıvazlayıcı... Aslında işin içine girdikçe herkesin öyle ya da böyle bir suçu var, sorumluluğu da var. Sorumluluklar orta yerde duruyor ama gelin görün ki tüm sorumluluklar öğretmene boca ediliyor. Gerçekten sorun büyük ve sarmal... Her şey birbirine bağlı ve domino etkisi yaratıcı konumunda... Sorunlar orta yerde ama kimse oralı değil. Herkes kendi cephesinde gardını almış. Varsa yoksa bana dokunmayan sorun bin yıl yaşasın kafasında... Sorunu püskürttükten sonra sorun yok zihniyetinde... Yumurta kapıya bir daha dayanırsa hal çaresine bakarız işte. Tepeden tırnağa halimiz budur.

Yani demem o ki bu konuyu birkaç olay üzerinden incelememek gerekiyor. Genel bir sorun var önümüzde... Geniş çaplı ve derin... Herkesin taraflı ve tarafsız şapkasını önüne koyması şart... Yoksa bu sorun halının altına süpürüldükçe bir müddet sonra halının üstünden de görünür duruma gelecek. Halının altına bakıldığında dağ gibi bir yığın bizi bekliyor olacak. Çözümü ve baş etmesi imkânsız hâl alacak. Bu sorunlara karşı daha sert cepheler oluşturulacak. Hal böyle olunca bugün geçiştirdiklerimiz, yarın bizi daha sert karşılayacak, yakamızdan yapışacak.

Artık okul öncesinden itibaren öğrencinin ilgi ve yeteneği baz alınarak ayrıştırılmasının zamanı geldi. Herkesi aynı tür, tip ve model okullarda zapdetmek mümkün değil.

Okul öncesinden itibaren çeşitlendirmeliyiz. İçeriği de öğrenciye göre hazırlamalıyız. Akademik yol alacaklar, diğer alanlarda yol alacaklar diye...

Ders yükünü azaltma, müfredatı sadeleştirme olmazsa olmaz... Davranış kazandırma ve hayat içinde rol alma dersleri de olmalı. Çocuk oyunlarını da göz ardı etmemek gerekiyor. Bunların hepsi bir plan dahilinde bir vizyon çizilerek yürütülmeli. Kararlı ve sabırlı olunmalı. - mış gibi yapmak hiç kimseye bir şey kazandırmıyor. Bir de eğitimde siyasetin S'si olmayacak, siyasetin esamesi okunmayacak. Bilahare eğitim işleri iyice içinden çıkılmaz ve çekilmez oluyor. Siyaset olunca iş tamamen göz boyamaya, ideoloji yoğurmaya dönüyor, kadrolaşma da cabası... Sürekli konuşuyoruz, artık icraat zamanı... Yoksa halimiz ya harp ya harap... Ya ah ya vah! Sonra tüh, tüh, tüh! Artık atiden maziye ünlemler olur dilimize pelesenk.

Saygılar...

Yusuf Sevingen