Bugün 6 Kasım. Bundan tam 34 yıl önce 6 Kasım 1981′de yayımlanan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile YÖK kuruldu.

Üniversiteler üzerindeki yetki ile denetimi nedeniyle eleştirilen YÖK’ün kuruluş yıl dönümünü bu yıl da protesto etmek isteyen üniversiteliler bir çok yerde YÖK aleyhine sloganlar atarak rektörlük binasına kadar yürüdü. 6 Kasım tarihinin YÖK’e karşı mücadele günü olduğunu belirten öğrencilerin protestosunda bu yıl da polis müdahalesi eksik olmadı!

Eğitim sendikaları Eğitim-iş ve Eğitim-Sen de 6 Kasım YÖK’ün kuruluşu nedeniyle yayınladıkları açıklamalarda YÖK’ün bir an önce kaldırılmasını istedi.

Eğitim-İş de yayımladığı bir yazıyla, AKP hükümeti döneminde, YÖK’ün de hüneriyle üniversitelerin yürütme erkinin kontrolüne girdiğine dikkat çekti. Bilimin, sanatın, özgür düşüncenin, halkımızın ve Cumhuriyetimizin beklentilerine yanıt verebilmesi için üniversitelerin siyasi iktidarların kontrolü altında olmaktan çıkartılarak, idari, mali ve bilimsel yönden özerk hale getirilmesi gerektiğini belirtti.

Eğitim-iş açıklamasında şu ifadelere yer verildi:

EĞİTİM İŞ: YÖK KALDIRILMALI, ÜNİVERSİTELERİN ÖZERKLİĞİ SAĞLANMALIDIR

” 12 Eylül darbesinin ardından üniversiteleri zapturapt altına almak için kurulan YÖK, 34 yıldan bu yana bilimsel, özerk üniversitenin önündeki en büyük engel olarak durmaktadır.

YÖK’ün üniversiteleri vesayet altına alarak kontrol altında tutma anlayışı bugün dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde bulunmamaktadır.

Yüksek Öğretim Kurulu, bugüne kadarki uygulamaları ile üniversitelerde bilimselliği ve bilimsel yaklaşımları kurumsal kimliğe kavuşturmamış, bilimsel gerçekliği arayanı engelleme ve denetim altına alma kurumu haline gelmiştir. YÖK’ün kuruluşundan bugüne kadar sözde üniversite ve öğrenci sayısı artmış ancak ‘üniversite anlayışı’ ilerletilemediği gibi nerdeyse bütünüyle kaybedilmiştir.

YÖK’le beraber özerkliği tamamen ortadan kaldırılan üniversiteler, son 34 yılda farklı düşüncelerin sorgulandığı ve üretildiği yerler olmaktan çıkmış daha çok dogmatik düşüncelerin kabul edildiği ve öğretildiği meslek liseleri düzeyinde kalmışlardır.

Üniversiteler; özgür düşünceyle “gerçeğin” arandığı, sorgulamanın, tartışmanın, eleştirel düşüncenin öğretildiği, bilimsel düşünmenin yani aklın dogmaya üstünlüğünün ortaya konduğu, topluma da bu becerileri kazandırmaya çalışan eğitim kurumlarıdır.

Üniversiteler; bilim aracılığıyla dünyaya, yeniliğe kapı açan, her türlü düşüncenin tartışılabildiği, yaratıcılığın gerçekleştirildiği, bilimsel özgürlüğün ve bilgi birikiminin oluştuğu ortamlardır.

Ancak; AKP hükümeti döneminde, YÖK’ün de hüneriyle yürütme erkinin kontrolüne giren üniversiteler, Bologna süreciyle birlikte de tamamen piyasa dinamiklerine teslim edilmek istenmiş, yükseköğretim de dahil olmak üzere eğitim hizmetlerinin ticarileştirilmesi, üretilen bilginin metalaştırılması, muhafazakârlaşma ve kadrolaşma, üniversite yönetimlerinin otoriterleştirilmesi yönündeki politikalarda artış olmuştur. Bilim politikası ve stratejilerinin olmaması, alt yapı yetersizliği, öğretim üyelerinin nitelikleri, eğitimin ezberci ve öğretmen merkezli olması nedeniyle üniversitelerimiz çağın gerisinde kalmıştır. Türkiye G-20 ülkeleri arasında olmasına rağmen, üniversitelerimiz dünya sıralamasında ilk 100’e girememektedir.

AKP, kontrolüne aldığı YÖK’ün kurumsal yapısının sağladığı baskıcı imkanları sonuna kadar kullanmaktadır. Devletin, muhalif tüm kesimlere karşı şiddet araçlarını sınırsızca kullandığı bir dönemde üniversiteler, YÖK aracılığıyla teslim alınmak istenmiş; soruşturma, sürgün, işten çıkarma, psikolojik baskı, kadro vermeme gibi uygulamalarla siyasal iktidara yönelik her türlü muhalefet sindirilmeye çalışılmıştır. Bilim insanlarının insan, toplum ve doğa yararına çalışmalar yapması ve bunu toplumla paylaşmaları her fırsatta engellenmiştir. AKP, muhalefetteyken baskıcı ve antidemokratik olduğu gerekçesiyle eleştirdiği, kaldırılması gerektiğini savunduğu YÖK’ü kendi iktidarı döneminde bağrına basmıştır.

Bu nedenle; üniversiteler, bilimin, sanatın, özgür düşüncenin, halkımızın ve Cumhuriyetimizin beklentilerine yanıt verebilmesi için siyasi iktidarların kontrolü altında olmaktan çıkarılmalı, idari, mali ve bilimsel yönden özerk hale getirilmelidir.

Eğitim-İş olarak, üniversitelerin ayağında pranga olan, 12 Eylül faşizminin ürünü, YÖK’ün kaldırılmasını istiyor, üniversitelerin özerkliğini, parasız, eşit, bilimsel ve demokratik eğitimi savunuyoruz.”

EĞİTİM-SEN: ÜNİVERSİTELERDE HER GÜN 6 KASIM, HER AN MÜCADELE!

Eğitim-Sen de tek başına YÖK’ün kaldırılmasının yetmeyeceğini vurgulayarak, yerleştirdiği bu düzenin köklerinden sökülüp atılması gerektiğine dikkat çekti.

Eğitim-Sen’in konuyla ilgili yazılı açıklamasında şu ifadelere yer verildi:

” Bilindiği üzere YÖK, 6 Kasım 1981 tarihinde 2547 Sayılı Yasa’nın Resmi Gazete’de yayımlanmasının ardından yükseköğretim yaşamımızdaki yerini aldı. O günden bugüne üniversitelerimiz, emperyalist güçlerin güdümünde, Kenan Evren ve diğer darbeci generallerin kafa kafaya vererek hazırladığı bu yasa metni ve dolayısıyla YÖK düzeniyle yönetiliyor!

34 yıllık bu süreçte değişmeyen en önemli amaç, iktidarı ellerinde tutanlar tarafından “makbul görülmeyen” her ne varsa bunların kontrol altına alınması, yasaklanması ya da toplumda karşılık bulmasının engellenmesidir. Ayrıca bu güç sayesinde, yükseköğretim hizmeti de hızla alınır satılır bir meta haline getirilmiş, toplumun değil patronların ihtiyaçlarını karşılamaya endeksli bir sistem inşa edilmiştir. Bu nedenledir ki böylesi muazzam bir kudreti ellerinde tutanlar, “YÖK’ü kaldırma” vaatlerinden her daim çark etmişler, YÖK’ün kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarına hizmet etmesinden istifade etmekte bir beis görmemişlerdir.

Bu tablo içerisinde yer alan üniversitelerimize yakından baktığımızda, üniversiteler arasındaki nitelik farkı, bilim emekçiklerine dayatılan güvencesiz bir çalışma ortamı, piyasa koşullarına teslim olmuş bir eğitim ve araştırma faaliyeti düzeni ile rektörler ve etraflarındakilerin diktatör özentisi hal ve tavırları karşımıza çıkmaktadır.

Sermaye çevrelerine kar getirisi olan, hükümetin siyasi çıkarlarına hizmet eden bilimsel çalışmalar dışında kalan akademik faaliyetlere ambargo konulurken,
Araştırma görevlileri işten atılma tehditleriyle karşı karşıyayken,
Taşeronlaşma hızla yaygınlaşırken,
İdari ve teknik personelin en temel talepleri yok sayılırken,
Aklın ve mantığın sınırlarını zorlayan hukuksuz, haksız, keyfi disiplin soruşturmaları, cezalar, sürgünler “olağanlaştırılmışken”,
Eleştirel düşünce ve ifade özgürlüğü can çekişirken,
Üniversitenin üniversite olmaktan çıkarıldığı, öğrencilerine sadece diploma veren kurumlara indirgendiğini görmek zor değildir!

Artık, tek başına YÖK’ün kaldırılması yetersizdir. Onun bugüne kadar yerleştirdiği bu düzenin köklerinden sökülüp atılması gerekmektedir. Ancak, üniversitelerin yeniden özgürlüğüne kavuşabilmelerinin ve insan, toplum, doğa yararına faaliyet gösterebilmelerinin yolu, tam da bugüne kadar uygulanan politikaların terk edilmesiyle mümkün olabilecektir. Kamusal finansman, kurumsal özerklik, iş güvencesi, akademik özgürlükler ve üniversite bileşenlerinin yönetim ve denetim mekanizmalarında yer aldığı eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik özyönetim ilkeleri garanti altına alınmadan böylesi bir kopuşun sağlanamayacağı da unutulmamalıdır.

Eğitim Sen olarak özellikle belirtmek isteriz ki bizim için her gün bu rantçı, eşitlikkten uzak, ayrımcı, baskıcı ve yasakçı düzene karşı mücadele günüdür. Bu düzeni yılın bir gününde, onu da tarihselliğinden kopararak ve gerçekliğinden uzaklaştırarak hatırlayanlara en güzel cevabı kamusal, parasız ve nitelikli öğrenim hakkını, akademik özgürlükleri, iş güvencesini, eleştirel ve özgür bilim üretmeyi bir an olsun savunmaktan vazgeçmeyenler vermektedir.

Bizler de bu bilinçle, idari ve teknik personelden öğretim elemanlarına, öğrencilerden taşeron işçilerine kadar tüm üniversite bileşenlerinin sorunlarına çözüm üretmek, üniversitelerimizi her türlü ayrımcılığın ve eşitsizliğin ortadan kalktığı, insan, toplum ve doğa yararına faaliyet yürüten kurumlara dönüştürmek için tüm gücümüzü seferber etmeye devam edeceğiz.”