80'li yılların başlarıydı.

Gazeteciliğe yeni başlamışım.

O zamanlar şimdiki gibi tırışkadan teyyare tipleri gazeteci diye kakalamıyorlardı, muhabirler oturaklıydı, tecrübeli gazetecilerdi, günün en önemli haberlerine onlar imza atardı.

Benim gibi çömezlerin birinci sayfa haberi yapabilmesi için, hele hele manşet olabilmesi için ağzıyla kuş tutması gerekiyordu.

Sabahları haber toplantısına girerken, gerginlikten karnımıza ağrı girerdi, haber müdürleri önerdiğimiz haberi beğenmezse, genç gazetecidir diye hoşgörü göstermez, ağır fırça atarlardı.

Gene öyle bir gün… Nasıl bir haber bulsam diye kıvranırken, gözüm gazetenin birinci sayfasına takıldı.

“Şampiyon yine İzmir'den” yazıyordu.

Anadolu liseleri sınavının Türkiye birincisi “yine” İzmir'den çıkmıştı.

“Yine” kelimesine takılmıştım.

Arşiv bölümüne gittim, “yine”leri tek tek okudum, geçen yılın Anadolu lisesi şampiyonu da İzmir'den çıkmıştı, üniversite sınavı şampiyonu da İzmir'den çıkmıştı, önceki yılları taradım, birinciler mutlaka İzmir'den çıkıyordu, İzmir değilse, ya Denizli'den ya Aydın'dan çıkıyordu, hep Ege bölgesi'ndendi.

E niye?

İzmirliler diğer şehirlerimizden daha zeki olamayacağına göre, Egeliler diğer bölgelerimizdeki akranlarından daha zeki olamayacağına göre, İzmir'i Ege'yi öne çıkaran neydi?

O öğretmenle konuş, bu öğretmenle konuş, milli eğitime danış, sendikaya sor filan… Karşıma hep aynı öyküler çıktı.

Cevabı bulmuştum.

Manşeti de.

Yıllarca Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde görev yapan öğretmenlerimiz, hiç olmazsa emeklilikte biraz rahat yüzü görebilmek için, ömürleri boyunca biriktirdikleri üç-beş kuruşla, geçinmesi makul, iklimi güzel olan İzmir'den Aydın'dan Denizli'den Muğla'dan ev alıyorlardı, meslek hayatlarının son dönemi yaklaşınca bir yolunu bulup, tayinlerini bu şehirlere çıkartıyorlardı, bu şehirlere yerleşince, küçük birer de yazlık ediniyorlardı.

Yani…

Ege bölgesinin çocukları, ustalık dönemlerini Ege bölgesinde taçlandıran, tecrübelerinin zirvesindeki, nispeten ekonomik refaha ulaşmış, mutlu öğretmen kadroları tarafından yetiştiriliyordu.

Netice?

Şampiyon.

40 yıl önce yaptığım manşet acaba doğru muydu diye, 40 yıllık gazetecilik kariyerim boyunca bu haberin takibini sürdürdüm.

Öykü hâlâ aynı öykü.

Her sınav sonucu açıklandığında, haberimin doğruluğunu bir kez daha teyit ediyorum.

Öğretmenin yaşam standardı yükseldikçe, görev yaptığı okuldaki eğitimin kalitesi yükseliyor, öğretmen ekonomik güçlük çekiyorsa, o okuldaki öğrenciler kesinlikle başarısız oluyor.

İki iki daha dört kadar net.

Hal böyleyken, bakıyoruz…

Eğitim sendikalarına mensup öğretmenler, Türkiye'nin dört bir yanında bir günlük iş bırakma eylemi düzenliyor.

Niye?

Yoksulluk sınırının üstünde ücret istiyorlar.

Ulaşım, kira, giyim, yakıt, beslenme yardımı istiyorlar.

Öğretmenler arasındaki ekonomik ve sosyal eşitsizliği daha da derinleştirecek olan, dayatılan Öğretmenlik Meslek Kanunu'nun iptal edilmesini istiyorlar.

Sokaklara döküldüler, haykırıyorlar.

Bu maaşla geçinemiyoruz diyorlar.

Kiramızı ödeyemiyoruz diyorlar.

Evimizdeki doğalgaz elektrik faturasını boşver, okulumuza gitmek için otobüs metro vapur parasını bile ödeyemiyoruz diyorlar.

Kılık kıyafet alamıyoruz diyorlar.

Çalışma huzurumuz kalmadı diyorlar.

İktidar kulak tıkıyor.

Medya görmezden geliyor.

(Tarikat-cemaat-zırcahil atmosferi diyordum ama, artık buna mahşerin dördüncü atlısı olarak medyayı da ilave etmek lazım.)

Öğretmenine insanca yaşam standardı sağlamayan ülke, dünya çapında sınıfta kalmaya mahkumdur.

Öğretmenine sahip çıkmayan millet, aslında kendi çocuklarına, kendi torunlarına karşı suç işliyor demektir.

Kaynak: Sözcü - Yazıyı kaynağından okumak için tıklayınız