Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, bir televizyon programında yaptığı açıklamalarda en temel insan haklarına, sendikal hak ve özgürlüklere ne kadar yabancı olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Bakan Avcı, “Okulda grev olmaz. Okul grev yapılacak iş yeri tanımına girmez. Dolayısı ile bu sendikal bir hak değil, sendikal bir eylem değil. Bunlarla ilgili soruşturmalarımız var. Bundan sonra olacaklar için de tedbirlerimiz var.” diyerek eğitim emekçilerine açıkça tehdit etmiştir.
 
Bakan Avcı’ya önerimiz, yeterince bilgi sahibi olmadığı konularda önce bakanlık birimlerine danışması, sonra açıklama yapmasıdır. MEB Hukuk Müşavirliği 27.02.2012 tarihinde, Muş’ta benzer bir iş bırakma eylemine katılanlara verilen cezalar ile ilgili Muş Valiliği’ne yazdığı resmi yazıda “sendikal faaliyet kapsamındaki eylemlere ceza verilemeyeceği”ni açık açık, tüm gerekçeleri ile belirtmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı gibi büyük bir kurumun başındaki bir ismin bu yazıdan haberdar olmaması mümkün değildir.
 
Kamu görevlilerinin, sendikalarının aldığı kararlar doğrultusunda toplu eylem hakkına sahip oldukları; uluslararası sözleşmelerde, insan hakları sözleşmelerinde, Anayasa ve mahkeme kararlarında hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde tanınmıştır. Bu konuda çok sayıda AİHM, Danıştay ve idari yargı kararı bulunmaktadır. Eğitim ve bilim emekçilerinin iç hukuk ve uluslararası hukukta güvence altına alınan demokratik haklarını kullanması asla suç olarak değerlendirilemez.
 
Anayasanın ‘Milletlerarası antlaşmaları uygun bulma’ başlıklı 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” emredici hükmünü içermektedir. Bu düzenleme ile ILO Sözleşmesi’nin kanun hükmünde olduğu tartışmasızdır.
 
Yine Danıştay 12. Dairesi’nin 20 Aralık 2004 tarihli kararında “Sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğine vurgu yapılarak, öğretmenlerin bağlı bulunduğu sendikanın aldığı karar uyarınca bir gün göreve gelmemesi eyleminin sendikal faaliyet kapsamında olduğu” açıkça belirtilmektedir. Bakan Avcı’nın hangi konuların “sendikal eylem” kapsamında olduğunu Danıştay 12. Dairesi’nden daha iyi bildiğini kendisi dâhil hiç kimse iddia edemeyeceğine göre, iş bırakma eylemine katılan eğitim ve bilim emekçilerini tehdit etmesi ve okullara talimat vererek soruşturma açması açıkça “sendikal faaliyetleri engelleme” suçu anlamına gelmektedir. Anayasa ve insan hakları sözleşmeleri ile güvence altına alınan sendikal faaliyet hakkı Türk Ceza Kanunu ile de korumaya alınmış, TCK’nın 118. maddesinde sendikal faaliyetin engellenmesi yasaklanmıştır.
 
7–8 Aralık 2000 tarihinde, Fransa’da, Türkiye’nin de katıldığı Nice Zirvesi’nde karalaştırılan Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın ‘Toplu pazarlık yapma ve eylem hakkı’ başlıklı 28. maddesine göre; çalışanlar ve işverenler veya bunların ilgili kuruluşları, topluluk mevzuatı ve ulusal yasalar ve uygulamalara göre uygun düzeylerde toplu sözleşmeler müzakere etme ve imzalama ve menfaat ihtilafı olması halinde grev eylemi dâhil olmak üzere kendi çıkarlarını korumak için ortak (toplu) eylem yapma hakkına sahiptir.
 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesi kapsamında, sendikal eylem ve etkinlikler nedeniyle verilen cezaları, sözleşmeye aykırı bulmuştur. KESK’e bağlı sendika üyelerinin başvurularında AİHM; AİHS’nin 11. maddesinin sendikanın yapacağı toplu eylemler yoluyla, sendika üyelerinin mesleki çıkarlarını savunma özgürlüğünü güvence altına aldığını, sendika üyeleri tarafından gerçekleştirilecek olan bu eylemlere taraf devletlerin izin vermesi gerektiğini, 11. maddede grev yapma hakkı açık bir şekilde ifade edilmemişse de bu hakkın tanınmasının, en önemli sendikal haklardan biri olduğunu, genel bir grev yasağının Sözleşmenin 11. maddesinin ihlali anlamı taşıdığını, sendika üyelerinin grev ve eylemlere katıldıkları için disiplin cezası ile cezalandırılmalarının sendikal hakları kullanmaya yönelik caydırıcı bir niteliğe sahip olduğunu, yasaklama ve engellemelerin demokratik bir toplumda gerekli olmadığını tespit etmiştir. (Karaçay – Türkiye, Satılmış ve Diğerleri – Türkiye, Urcan ve Diğerleri – Türkiye, KESK üyesi Enerji Yapı Yol Sen – Türkiye)
 
Sendikamızın daha önce yaptığı pek çok eylem, etkinlik ve iş bırakma Danıştay ve İdare Mahkemeleri tarafından da yasal ve meşru kabul edilmiştir. Danıştay kararları; sendikaların yetkili kurullarınca alınan üretimden gelen güçlerini kullanma çağırısına uyarak, sendikal faaliyet kapsamında göreve gelmeme fiilinin mazeret olarak kabulünün gerektiği yönündedir. Danıştay bu etkinlikler nedeniyle göreve gelmemenin disiplin cezası ile cezalandırılmasını hukuka uygun bulamamıştır. (Danıştay 1. Daire E.2001/3307, K.2001/4415, Danıştay 12. Dairesinin E.2004/4643, K.2005/313, Danıştay 12. Dairesinin E.2005/5767, K.2008/225,) DANIŞTAY İŞ BIRAKMALARI SENDİKAL İZİN, MAZERET İZNİ olarak değerlendirmiştir.
 
KESK tarafından alınan kararlar gereği değişik tarihlerde gerçekleştirilen uyarı grevleri ve iş bırakma kararlarına uyarak işe gitmeyen sendika üyelerine verilen disiplin cezalarının tamamı iptal edilmiştir. En son 28-29 Mart 2012 tarihinde gerçekleştirilen iki günlük iş bırakma eylemine katılanlar hakkında verilen disiplin cezalarını hatırlatmak yerinde olacaktır.
 
Üyesi bulunduğu sendikanın aldığı karara uyarak yapılan iş bırakma eyleminin temel hak ve özgürlükler kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, yasalar, genelgeler, yargı kararları ile güvence altına alındığı açıktır. Bu nedenle sendikasının kararına uyan sendika üyelerine ceza verilemez.